29.Bölüm: İki Yaralı Ruh
Onlarca kelimeyi ardı ardına koymuş, tartmadan biçmeden Yağız'a anlatmaya çalışmıştım kendimi. Hatta biraz daha susmaya devam etseydi, belki de sinir krizi geçirip önce ona sevdiğimi söyleyecek sonra da bir hışımla fırlayıp gidecektim. Çok değil, yarım saat önce olmuştu bunlar. Yağan karın altında, o soğukta birimiz konuşmuş öbürümüz dinlemişti.
Sonra yine ve yine bütün söylediklerim cevapsız kalmıştı. Tek bir cümle çıkabilmişti zoraki dudaklarının arasından... O küçük cümle her ne kadar kalbime dokunmuş olsada tatmin etmiyordu artık beni. Yeterli gelmiyordu. Bu karmaşıklık, bu çelişkili durumlar beni sıktıkça sıkıyor ve daraltıyordu.
Yağız tarafından görebileceğim net şeyler istiyordum artık. Bunu aklımın ucundan bile geçirmek beni her ne kadar mahvetmekten beter etsede, sevmese bile bunu dile getirmesini istiyordum...
Kim isterdi ki karşılık bulamayacağı bir şeyin peşinden sürüklenip gitmeyi. Sevmekse evet, seviyordum. Ama olmayacak bir şey için daha ne kadar yıpratabilirdim kendimi...
Hem yıpratsam ne olacaktı, benim hayatımla beraber Yağız'ın hayatı da yarım kalacaktı. Onun peşinde olduğum her bir dakika hem o mutsuz olacaktı hem ben. İkimizde yarım kalacak, yorulacak, tükenecektik. Ben sevginin varolduğuna inanıyordum.
Bazı değerli parçalar vardır... Sevgi, saygı, güven, sadakat gibi. Hepsi birbirinden önemli, ama biri olmayınca diğeri de olmayacak parçalar. Birbirlerini tamamlayan parçalar... Biri eksik olursa diğerleri de tek tek önemini kaybediyordu. Beraber olduklarında güzellerdi.
Ama ben yıllar öncesinden kalmış bir sevgiyi istemiyordum. Sırf geçmişinden biri olduğum için bana bağlılık duymasını, sorumlu hissetmesini istemiyordum.
"Bende kaybettiğin benliğini başka yerde bulamazsın... Buna izin vermem." demişti. Belki de bu cümlenin bana nasıl bir umut vaat ettiğini bilmeden söylemişti. Dudaklarının arasından çıkan her bir kelime kalbime dokunuyordu, zaafım haline geliyordu. Ama bunların hiçbiri benim aklımdaki soru işaretlerinin cevabı değildi.
Hemen ardından bir kez daha gitmeye kalkmıştım, ancak Yağız ayak diretmeme rağmen beni çekiştirerek arabasına bindirmişti.
Eğer şuan tek bir kelime bile etmeden, sorgusuzca Yağız'ın peşinden gidiyorsam bir sonuç içindi, daha fazla yıpranmak, kırmak dökmek için değildi.
Gözlerim ona doğru döndü.
İki elide direksiyonu sertçe kavramıştı, parmak boğumları bembeyazdı. Sanki bütün öfkesini, sinirini elleri altındaki direksiyondan çıkartmaya çalışıyordu.
Yine uzun bir yoldu, yine karanlıktı yollar. Biz yine yanyanaydık. Ama hala vazgeçmiş değildim gitmekten. Gece olmasına rağmen araba farlarının aydınlattığı patika bana bu yolları tanımamı sağlamıştı. Artık gittiğimiz yerde tek başıma bırakılsam bile geri dönebilirdim...
Hala kırgınlığımda geçmiş değildi, ancak Yağız'ı düşünmemem için kalbimin olmaması gerekliydi. Bu dinmek bilmeyen öfkesi ne içindi, kimeydi... Bunları bilmek istiyordum. Bıraktığı sıkıntılı soluklarını, arasıra alnında beliren damarı, sıktığı çenesini, dalgalanan şakaklarını, yorgun bakışlarını...
Gözleri yola öylesine dalmıştı ki, vicdan azabıyla ona döndüğümü, sırtımı kapıya verip başımı koltuğa yasladığımı ve onu izlemeye başladığımı bile fark etmemişti.
Onu bu hale getiren ben miydim yoksa bana asla bahsetmediği sıkıntıları mı... Bilmiyorum. Öyle çok acıya karşı koymuştum ki, öyle çok acıyla baş etmek zorunda kalmıştım ki bir fazlası beni yıkmaya yetmezdi. Kendini bana açsa, onun acısını da yüklenebilirdim sırtıma. Bir an bile tereddüt etmezdim bunu yaparken. En kötü beraber taşırdık, ama yine de bana yaptığı gibi yalnız bırakmazdım onu.
YOU ARE READING
Kasvetli Renkler
Humor"Seni istiyorum..." diye fısıldadı dudaklarını dudaklarıma değdirip geri çekilirken. "Acılarını, yaralarını, yorgunluklarını, mutluluklarını... hepsini." ... Bazı izler vardır üzerinizde, ağırdırlar ama sırtınızda taşıdığınız hiçbir şeye benzemezle...