ÖN SÖZ

60 15 2
                                    

Bu kitabı  ele  almamdaki en  büyük sebep  oldu, günümüz sahte  duygularının aldatmacası olan  aşk anlayışı. Gençlerimiz  başta olmak  üzere diğer  yaş  gruplarını kendi  karanlığına  hapsetmiş  ve  bilinçsizce  aralarında
yaygın  hale gelmiştir  bu durum.  Birkaç  sahte gülüşün sihrine kapılıp yalancı  hülyaların rüzgârında bir çöp tanesi gibi savruluyorlar. O acı gerçeği gördükten  sonra ya canlarına kıyıyorlar  ya da karşıdakine  zarar veriyorlar. Oysa aşk ne bu  kadar basit bir şeydi ne hayat  karartan, adi!

Aşk, çok güçlü bir  tılsımdır. Mevlana ve Şems’te olduğu gibi...  Bu tılsıma yakalananlar  dünya nimetlerinden  soyutlanırlar.  Aşkla  doyar,  aşkla  yatıp  kalkarlar, hatta onsuz nefes  alamazlar. Buna yakalananların sonu, bazılarına göre maalesef hezimettir, tatlı bir hezimet…

Aşkın çeşitleri  vardır: Kimileri  paraya âşık  kimileri şan şöhrete. Bir  de ilahi aşk vardır. Allah  (Celle ve Celaluhu)  için  sevmek.  Günümüzde  bunlardan  hiçbirine rastlanılmaz,  zira artık  ne paraya,  mal mülke  âşık olunuyor ne Allah  (Celle ve Celaluhu)  için seviliyor.  Toprak  altında çürüyüp  gidecek  bir et  parçasının  tufanına yakalanıyoruz.   Zifiri   karanlık  zindanlarda   hapsolup
onun derinliklerinde can veriyoruz.

Aşk, fedakârlık  demektir. Aşk,  baldıran zehrini,  gözünü  kırpmadan   içmektir.  Cehennem   içinde  cenneti
yaşamaktır aşk…

Aşk için;  zamandan, ömürden,  her şeyden  vazgeçeceksin, lakin  günümüz insanının,  arzularını tatmin edilebilmesi  için  girilen bu  yola,  sahte  duyguların  yalan dünyasına aşk denilmiş onun uğrunda  yapılacak her şey mubah görülmüştür. Bundandır ki;

-Giden gitmiştir, gittiği an bitmiştir.

-Çok  talibim  var  diyenler;  ucuz  malın  alıcısı  çok olur.

-Sevgimin kıymetini  bilmeyeni yokluğumla terbiye ederim.

-Uzaktan  adam  gibi  görünüyorsun;  ama  tanıyınca adamlıktan uzaksın.

-Adam  olan   sevdiğini  ağlatmaz,   korur  koynunda uyur; ama başkalarıyla aldatmaz.

-Sen dünya güzeli olsan kaç yazar,  kalp kömür karası olduktan sonra…

Bu gibi sözlerin ardı arkası  kesilmiyor, zira gerçekte aşk denen  o tılsımdan  bir eser  yok ortada. Âşık maşukuna kötü  bir söz söyleyecek de kulaklar bunu  duymamak için  sağırlaşmayacak, dudaklar  kelimelerin dışarıya çıkmasını  engellemek için  kilitlenmeyecek, dil  söylediği  bu   sözlerden  dolayı  lal  kesilmeyecek… Kalp bunun azabından durmayacak, mümkün mü?

Hazreti Yakup (aleyhisselam), koca çınar! Bir  ihanetin  gölgesinde   kalmıştı.  Her  şeyi   bilmesine  rağmen susmuş ve olacakları sabırla beklemeye koyulmuştu. İlk gün yanmıştı  yüreği,  lakin hiç  umudunu kesmedi. Ağlamaktan  aklar  düştü,  perdeler  indi  gözlerine. Maşuk görülmedikten sonra zaten gözlerin görmesi niye?

Bir  Züleyha  getirin  gözünüzün  önüne.  İlk  bakışta nasıl  da  dünyası  yıkılmıştı.  Hayal  âleminde  yeni  bir benlik  kazanmıştı.  Gözünü  kırpmadan   nefsin  hoşuna giden o güzelliğinden geçmiş, aklı kör olmuştu.

Hanne  bir   çocuk  istemişti   âlemlerin  Rabbi’nden. Hayatın tüm  zorluğuna  karşı koyabilir  insan, fakat  bir söz yıkar,  talan eder.  Çocuk doğduktan  sonra onu mabede bağışladı  Hanne. Kolu komşunun  yılan zehrinden beter sözleri yağmur gibi  yağıyordu ocaklarının üstüne. Ağzını açmadı. Söz konusu olan kızıydı.

Sabretti! Her şeyi sineye çekti.

Yar için  nice  ağıtlar yakıldı,  türküler söylendi;  şiirler, romanlar, mektuplar, anılar yazıldı. Gönülden seven birinin  dilinden dökülen kelimeler,  dinleyenlerin  duygularını tutuşturur.  Bir  kıvılcımda yanar  durur.  Yar’ın
eline bir  diken  batsa seven  kalbinden hançerlenir  yine de  acıya  aldırmaz,  zira   benlik  sahasında  değil  aşkın
deryasında yüzmektedir.

Çok  zaman geçmedi  aradan, fakat  insanlar  çok değişti. Gözden  içeri giremeyen  bir güzelliğin  esiri oldu-
lar. Kırdılar  hayâ zincirlerini. Ruhun  tüm isyanına karşın bedenin  yularını nefis  aldı eline.  İstediği gibi  dörtnala  koşturdu.  Aşk   dedikleri  şeyin  aslında  bir  serap olduğu iş işten geçtikten sonra ortaya çıktı.

Arzularının peşinden  koşanlar,  istediklerini aldıktan sonra ızdırabın  esiri olurlar. Arzu  azdıkça insanlar,  daha çok haram  ve sahte rüyalara  dalarlar. Oysa bu  sahte rüyalar hep acı sonla bitmektedir. Kara toprak üstlerini
örtmeyene kadar ne nefis doyar ne arzular tatmin olur.

Ne güzel söylemiş Üstad  Necip Fazıl: “Gençlik özene özene  özünü kaybetti.”  Biz, başka kültürlerin  yalan  dünyalarına takılıp  kaldık. Onların gözünden  baktık  hep  ve sözde  aşkı  anlamaya çalıştık.  Onlar gibi  sevdik,  sevildik.  Ruhumuzu  değil, bedenimizi doyurduk.

Gelelim kendi serseri gönlümüze.

Amansız bir hastalığın pençesinde can vermekteyim.

Doktorlar  hastalığıma  bir   derman  bulamadıkları  gibi isim de veremiyorlar. Bana sorsalar hemen söylerim: Hastalığım sensin, dermanım sen!

Aşk değil miydi Zembilfroş’u   yollara   düşüren Xatûn  Xan’ı ölüme  sürükleyen,  Memo’yu  ilk  bakışta bayıltan Zin’i  acı içinde yataklara  düşüren, Siyabend’e
ölümü  göze aldıran  Xecê’yi  uçurumdan attıran,  Cembelî’yi aç susuz yollara  düşüren Binevş’e kendi kendini
hançerleten,  Kerem’i dağlara  taşlara vuran  Aslı’yı  yakıp kül eden, Tahir’i Mardin Kalesi’ne hapsettiren  Züh-
re’yi öldüren,  Mecnun’u çöllere  düşüren Leyla’yı kahreden,  Romeo  ve  Juliet’e   zehri  baldan  tatlı  gösterip intihar ettiren; Yunus’u derviş, Zeliha’yı kör eden?

Sen  gönlüne  söz  dinletemezken  gönül  seni  elinde evirip çevirip  madara edebilir  sevgili! Bunun  için beni
suçlama.

İşte aşk böyle bir şey!

Yıldızların Altında Kimse Isıtmadı EllerimiziWhere stories live. Discover now