Bölüm 13: Karargâh Odası

1.7K 69 31
                                    


Bir önceki bölümü beğendiniz mi? Barkan ve Elis'in birbirlerine verdiği sözlerin ardından hangi yolların çökeceğini, hangi yolların yeşereceğini görmeye hazırlanın.

Bir önceki bölümü beğendiniz mi? Barkan ve Elis'in birbirlerine verdiği sözlerin ardından hangi yolların çökeceğini, hangi yolların yeşereceğini görmeye hazırlanın

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.


Bölüm 13: Karargâh odası...

Gözlerimi açtığımda, bir arabanın arka koltuğunda, üzerime ince bir pike örtülmüş biçimde uyuduğumu fark ettim. Zihnim biranda daha önceki anılarım ile çarpıştı ve ben korkuyla yerimden sıçradım. Bilmediğim yerlerde gözümü açıyor olmak artık uykuları haram edecek kadar şiddetli bir darbeye dönüşmüştü.

Barkan'ın dikiz aynasından üzerime diktiği keskin gözleri bir nebze olsun rahatlamamı sağladı. Önce arabayı süzdüm; basit, siyah bir arabanın içinde sessiz sokaklar arasında sakince ilerliyorduk. Barkan sürücü koltuğunda, oldukça rahat bir şekilde oturuyordu. Bende arka koltukta her yanım tutulmuş bir şekilde saatlerce uyumuştum. Bileğimin iç kısmına bağlı intraketi ve takiben tavandaki askılığa asılmış seruma baktım. Barkan, bir şekilde bana serum bağlamıştı ve bunun, ne zamandır uğramasını beklediğim hastalığımın, sonunda ansızın çattığının habercisiydi.

''Saat kaç?'' diye sordum ama boğazım delicesine acıdı. Barkan bana ön koltuktaki suyu uzatırken sessizce alıp içtim. ''12'ye yaklaşıyor, saatlerdir uyuyorsun.''
Başımla onu onayladım. ''En son ne oldu?''
Dikiz aynasından yeniden beni kontrol etti ve bu defa simit dolu bir poşet uzattı. Birkaç gündür adamakıllı bir şey yemediğimi hatırlayıverdim. Midem bulandı. ''Bayıldın,'' dedi. ''Rahatsızlandın ve yol boyunca seni taşıdım. Sonunda yola çıktık ve bir benzin istasyonuna ulaştık.''


Yol boyu ona eziyet çektiğim yetmiyormuş gibi birde hastalanıp başına bela olmuştum. Baygın halimi saatlerce taşımak zor olmalıydı. ''Ö-özür dilerim,'' dedim fısıltı halinde. ''...Ve teşekkür ederim.''
Barkan en ufak bir tepki vermedi ve direksiyonu sağa kırdı. ''İstanbul da mıyız?''
Belli belirsiz bir mırıltı çıkardı. Bunu, onay olarak kabul ettim.

Benzin istasyonuna ulaştıktan sonra bir şekilde araba çalmayı başarmış ve para bulmuştu. Böylece şehre varabilmiş ve serum sayesinde biraz olsun ayılabilmiştim. Elimin tersini alnıma yaslayıp ateşimi kontrol ettim. Buz gibi ellerim sıcacık yüzüme değince adeta buhar oluştu. Anlamam zordu ama bence hala ateşim vardı.

Serumu bitmeye yakın çıkardım ve koltukta düzgünce oturup öne doğru eğildim. ''Şimdi ne yapacağız?''
Barkan bir kez daha dikiz aynasından baktı. ''Önce biriyle görüşüp kanını inceletmeli ve kameralardan uzak bir dinlenme yeri bulmalıyız,'' dediğinde saatlerce beni taşıdığı gerçeği vicdanıma defalarca hançer sapladı. ''Sana sorun olduğum için özür dilerim ama ben hastala-'' Sözümü kesti.
''Çok konuşma... Sen baygınken inan daha rahattım.''

Dudaklarım öylece aralanırken bu kadar kaba olması canımı yaktı. Burada, vicdanımı rahatlatmak için özür dilemeye çalışıyordum ama o buna bile izin vermiyordu. Bir asker gibi yetişmiş olması onun yorulmayacağı anlamına gelmezdi, onu düşünmüştüm.
''Daha mı rahattın?'' dedim, şaşkınlıkla mırıldanıp. Sesimi zar zor duymuş olmalı ki kaşlarını çatıp bir süre bekledi. Sesli konuşamamak huyumdu, utangaç yanımı hiçbir zaman engelleyemiyordum.
''Evet.'' Dümdüz sesi canımı yaktı.

Oysa ormandayken beni rızam ile korumak istediğinden bahsetmişti. Ben baygınken, yaptığı hiçbir şey rızama girmezdi. Rızasız bir halde nasıl daha rahat olabilirdi? Yani, kendiyle çelişmişti. Yine de bir şey demedim.
Bir saat sonunda eski, yıkık-dökük bir mahallede durduk ve arabadan indik. Etrafta, dar sokağın iki yanına konumlanmış iki katlı evler, yokuş yukarı olan yolda umursamazca seksek oynayan çocuklar, rüzgârda savrulan çamaşırlar ve balkonlarda, kapı önlerinde oturan teyzeler uzun zaman sonra sıradan insanlarla karşılaşmanın sevincini yaşattı bana.

Barkan, elimi tutup beni yokuş yukarı sürüklemeye başladı. Gözlerim, birleşen ellerimizde takılı kalsa da, biraz sonra yokuşu çıkamayıp tökezlediğimde Barkan oldukça hissiz bir şekilde kolumdan tutup beni adeta havada taşıdı.

Yokuşun tepesine çıkıp iki kola ayrılan başka bir yokuşa geldiğimizde, kollarımdaki zehirli parmakların acısına dayanamayıp Barkan'ın eline dokundum. Duraksayıp bana döndü ve tek kaşını kaldırdı. Gün ışığında rahatça gördüğüm gözleri, dün gecekinden pekte farksız değildi.
''Kolum acıyor,'' diye mırıldandığımda bakışları kollarımdaki ellerine kaydı ve biraz gevşetti. ''Düzgün yürü o zaman.''

Dudaklarımı büküp beni yeniden sürüklemesine ses çıkarmadım ve biraz sonra rutubetli bir binaya girdikten sonra kolumu bıraktı. Merdivenleri oldukça sakin bir şekilde çıkıp, üçüncü katın kırık merdivenleri zoraki atladıktan sonra soldaki ahşap kapının önünde durduk.

Neden bu garip mahalleye, bu ıssız apartmana girdiğimizi bilmiyordum ama Barkan, kendinden oldukça emin adımlarla ilerlemeye devam ediyordu. Ceketinin iç cebinden çıkardığı küçük bıçak ile hiç zorlanmadan ahşap kapıyı araladı ve içeriye girdi. Bende hemen peşinden içeriye daldım.

İçerideki yoğun koku anında yüzümü buruşturmama neden olurken ben daha etrafa bakma fırsatı bulamadan bir gürültü koptu ve odada yankılanan vınlama sesi ile birlikte önüme bir gölge düştü. Barkan, oldukça hızlı bir şekilde arkasını dönüp kollarını bedenime sardı ve önüme barikat kurdu. Biraz sonra bedeni kaskatı kesilirken korkuyla başımı kaldırdım ve yüzüne baktım. Dişlerini sıkmış, gözlerini sıkıca yummuş ve sırtıma dolanan elleri yumruk halinde kaskatı kalmıştı. İnledi, biraz sonra inlemesi hırlamaya dönüştü. Ellerimi telaşla göğsüne yaslayıp neler olduğunu anlamaya çalıştım, başımı biraz kaldırıp arkasında ne olduğunu görmeye çalıştım.

GÖREV: Agron'un Çırağı | I-IIWhere stories live. Discover now