Bölüm 30: Kabuktan Kopan Yonga | Kısım 1

1.5K 56 4
                                    


Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.


Bölüm 30: Kabuktan Kopan Yonga | Kısım 1



Barkan, üzerindeki şeytanın lekelerine rağmen Elis'i kolları arasında sarmalamış ve duygularını ilk defa dile getirirken, içinde kalmış o ufak çocuğun acılarını hatırlayıverdi biranda. Küçücük yaşta Görev uğruna aldığı canları ve Görev'in kendisinden aldığı canını düşündü.

Bir şekilde, bağımlısı olduğu görevin, karşısına bu masumiyet timsali küçük kızı çıkardığına inanamıyor ve şimdiden sonra kendisine adanmaya hazır kızla ne yapacağını bilemiyordu. Onu koruyabilir, onu yanında tutabilir ve ona kalbini açabilir ama kalbindeki cihaz tüm bunlara engel oluyordu.

Bu yüzden hiçbir zaman normal bir ilişkileri olamayacaktı. Birbirlerine görmek için belki aylar geçmesi gerekecekti. Belki de yıllar... En kötüsü Barkan Demeter'in güvenini ciddi anlamda kaybettiğinden bu Elis'e son kucak açtığı an olabilirdi.

İncecik beline doladığı elleri altında gittikçe ısınan bedenin ateşinin fazla yükseldiğini fark ettiğinde, yonganın biran önce çıkarılması gerektiğini anladı.
''Elis,'' diye mırıldandı, yok sesiyle. ''Gitmeliyiz, yongayı çıkarmamız gerekiyor.''
Kızın sık nefeslerini ve göğsüne çarpan kalp atışlarını dinledi. Ateşi yüksek olduğu gibi savaş halinde olan kan hücreleri hızlanmış ve nabzını arttırmıştı.
''Elis?'' dedi, kızın tepki vermediğini görünce. ''Elis!''
Kızı belinden tuttuğu gibi kendinden uzaklaştırdı. Ancak Elis'i bedeni, kapalı göz kapakları ile geriye doğru düştü.
''S*keyim!''
Barkan Elis'i koltuğa bırakıp, kemerini bağladıktan sonra çatlamış kemiklerinin acısını yok sayarak arabayı çalıştırdı. Gözleri kısa bir an, Elis'in hala daha yumruk halinde olan elleri arasında kalmış cihaza kaydı.

Küçük kız, kendini kurtarmayı başarmıştı.
Elis'i kurtaran Barkan değil, yine kendisiydi. Cihazı almayı başarmıştı.


Motor çalıştı, araç karanlık sokaklar arasında hızla yol aldı. Bir süre, kanlı gözleri Elis'in hareketsiz bedenine çarpa çarpa yol aldıktan sonra eski bir sokağın köşesinde durup hızla arabadan indi. İleride, ışıkları yanmayan bir binanın yanı başında duran çantayı hızlıca omzuna attı ve arabaya yeniden bindi. Takip edilmediklerinden emin olduğu bir anda çantayı hızlıca açtı ve içindeki gizli bölmede duran telefonu çıkardı. Ezbere bildiği numarayı tuşlarken gözleri Elis'in üzerindeydi.

''Barkan?'' dedi karşıdan bir ses.
''Bana yongayı nasıl çıkaracağımı söyle.''
''Ne?'' dedi adam şaşkınlıkla. ''Sen ne diyorsun?''
''Bana yongayı nasıl çıkaracağımı söyle!'' Barkan adeta kükredi, yumruğunu direksiyona vurup eğilmesine neden oldu.
''Barkan, bu numarayı aradığına göre Elis'in güvende olduğunu umuyorum. Elis şuan yanında mı?''
''Evet, ama acele etmezsen ondan geriye bir şey kalmayacak.''
''Neden bahsediyorsun?''
''Vaktimiz yok,'' dedi Barkan. Dişlerini sıkıyor ve Elis'in ateşini kontrol ediyordu.
''MİT'in elinden kaçtığınızı duydum, cihaz sende değil mi? Elis'te cihazda yanında ve anlaşılan anlaşmaya uymayacaksın.''
Barkan, bilincini kontrol etmek için Elis'in gözkapaklarını aldırdığında, gözlerinin tamamen sarardığını gördü. Kaşları çatıldı, yüzü gerildi. İrisleri dâhil göz çukuru tamamen sararmış kızın, zehre karşı koyamadığını anladı.
''Elis şuan baygın. Zehir yayılıyor ve göz çukurları tamamen sararmış durumda. Yongayı şimdi çıkarmazsam o ölecek! Acele et ve bana ne yapmam gerektiğini söyle!''

Karşı taraftan bir süre ses gelmedi, adamın donup kaldığı aşikârdı. ''Ateşi ne kadar yüksek?'' diye sordu hemen sonra. Barkan hızlıca Elis'in ateşini kontrol etti. ''Belki 39,'' dedi.
''Tamam, ateşi biraz daha yükseldiğinde şoka girecek ve kasılmaları başlayacak. Zehir şuanda çok fazla yayıldığı için yongayı çıkaramazsın. Yonganın etrafındaki sinir ve kas dokulara dolanan uzantıları var. Cihaz, onları kusursuz bir şekilde kesmek için üretildi. Kasılmaları başlayınca cihazı ensesine, saç diplerinin hemen üstüne çıkıntılar etine girecek şekilde saplamalısın. Omurunun iki yanında girmiş olmalı... Kasılmalar şuanda salgı yapan uzantıların hareketsiz kalmasını sağlayacak. Doğru anda ve doğru konumda yapmazsan Elis'e zarar verirsin. Elis felç kalabilir, ne demek istediğimi anlayabiliyor musun?''
''Evet, anladım. Saç diplerinin olduğu kısma, omurun etrafından yapacağım.''
''Güzel, ayrıca cihazın bir şifresi var.''
''Tamam, söyle.''
Barkan, kızın elleri arasındaki cihazı aldı ve küçük, dikdörtgen şekilli cihazı incelemeye başladı. ''Çıkıntıların üst yüzeyinde tuşlar var, görüyor musun?''
''Evet. Birkaç harf ve yazı...''
''Kombinasyon oluşturması için yapıldı.'' Şekilleri tarif etmek zor olduğundan, tuşların sırasını söylemeyi tercih etti.
''Dokuz tuş var, soldan sağa numara verdiğimizi farz et.''
''Tamam,'' dedi Barkan. Telefon tuşları gibi onları numaralandırdı.
''7 4 6 4 3 2 1 7 5 2 4 9 5 2 6 1 8 3 8 8 8''
Barkan, tuşlara tek tek basarken Elis'in kendi kendine mırıldanmaya başladığını duydu. Belki kabus görüyor, belki de ölmeden önceki son saniyelerinde sevdiğinin kollarında olduğunu hayal ediyordu. Ne gördüğünü, neler hissettiğini bilemedi ama ölümüne sebebiyet verebileceği bu küçük kızın kendi adını sayıkladığını duydu Barkan.
Şifreyi girdikten sonra ekranda beliren, ''TOCG321fly8IO38IBOB3AOsries'' yazısının anlamını çözmeye çalıştı. Cihaz yeşil bir ışıkla yanıp sönüp hemen ardından çatırdamaya başlayınca da kaşları çatıldı.

Şifre onaylandı.

Dikdörtgen cihaz titredi, ısınmaya başladı. İki ince iğnenin olduğu bölme uzadı, çıkıntılar büyüdü. Kalınlaşıp keskin birer demire dönüşen iğnelerin ardından cihazın üst kısmından iki metal kapak açıldı. Açılan kapağın içinden balon gibi şişip sonunda cam bir küreye dönüşen yapı açığa çıktı. Şimdi üst kısmında fanusun olduğu bu cihaz, büyüyüp şekil değiştirmeye devam ederken Elis'in acı dolu çığlığı gecede yankılandı.

Barkan telaşla Elis'e döndü. Elis titremeye, kasılan kollarını etrafa vurmaya ve inlemeye başladı. Alnından dökülen boncuk boncuk terler sarı saçlarının alnına yapışmasına neden olmuştu. Kanla kaplı olmasına rağmen acıyla buruşturduğu yüzü görülebiliyordu. Barkan, uzanıp Elis'in kollarını tuttu ve bastırdı. Ancak Elis kapalı gözleriyle birlikte hala daha çırpınmaya devam ediyordu.

Barkan, Elis'in bileklerine doladığı ellerinin altında cayır cayır yanan tenini hissedince, fazla vakti olmadığını anladı. Kızın emniyet kemerini çözüp onu kendine doğru çevirdi. Acı içinde çırpınıp çığlık atan kızı tutmak zordu. Barkan, Elis'in böylesine acı çekerken kendisinin sakin kalamadığını ve endişelendiğini fark ediyor, Elis'e düşündüğünden daha çok değer verdiğini anlıyordu.

Elis'i öne doğru eğdi, ensesindeki saçlarını toparladı ve cihazı tenine yaklaştırdı. Cihazın keskin uçları ay ışığı altında parıldarken, telefondan adamın sesi yankılandı.
''Kasılmaları başladıysa hemen yapmalısın Barkan! Acele et, ölebilir!''

Barkan böylesine tehlikeli bir girişimi bu genç kıza nasıl uyguladıklarını anlayamıyor ve telefondaki adama küfürler yağdırmak istiyordu ancak sustu. Tek elini Elis'in karnına dolayıp onu kendine çekti. Hareket etmesini engelledikten sonra cihazı tenine bastırdı. Ancak sivri demirlerin tenine batması ile kızın çığlık çığlığa çırpınması bir oldu. Barkan'ın elleri titredi, Elis'in omzu koluna çarpınca da cihaz olması gerekenden birkaç santim yana kaydı. Vakti yoktu, durup düzeltebilecek anı olmamıştı. Cihaz kendiliğinden Elis'in etine gömüldü ve Elis'in çığlıkları aniden kesildi.

Aracın içi sessizliğe bürünürken, cihaz kırmızı bir ışık ile yanıp sönmeye başladı. Biraz sonra, cihaz Elis'in ensesine saplanıp kalmış bir haldeyken cam fanusun içinde bir karaltı oluştu. Hemen ardından ise canlı bir organizma gibi görünen ve küçük kıpırtılar oluşturan küçücük bir çip fanusun içine çekildi. Yonga dışarı çıkmıştı. Etrafında yüzlerce ince ipliğin olduğu küçük çip, biraz sonra hareketsiz kaldı ve cihaz, kendiliğinden Elis'in teninden ayrıldı. Barkan'ın kucağına düşen cihazın hemen ardından ise Elis Barkan'ın kolları arasına yığıldı.
''Elis?'' diye telaşla sordu Barkan. Elis'in başını omzuna yaslayıp elleri ile yanaklarına dokundu. ''Elis?''
Ateşi aynen devam ediyor, vücudunun titremeleri ara sıra nüksediyor olsa da, düzenli nefes alışverişleri Barkan'ı rahatlattı. Elis'in gözkapaklarını kaldırıp irislerini kontrol ettiğinde ise, esir almış sarılığın ağırca solduğunu gördü.

''Barkan? Başardın mı? O iyi mi?''
Barkan soluklandı, Elis'i sıkıca sarmalayıp şakaklarına küçük buseler kondururken adam konuşmaya devam etti.
''B-barkan bir şey söyle! Elis iyi mi? Yapabildin mi? Zehri çıkarabildin mi?''
''Evet, Profesör,'' diye mırıldandı Barkan. ''Zehri çıkardım, Elis iyi.''


***

Gözkapaklarımın üzerine tonlarca ağırlık bağlanmış gibi zoraki araladığımda, başımda korkunç bir ağrının baş gösterdiğini fark ettim. Başımı kaldırmaya çalıştım ancak beynim kafatasıma basınç uyguluyormuş gibi garip bir acı hissettim. Ellerimi şakaklarıma bastırdım, dişlerimi sıkıp doğrulmak için çabaladım.
Bir arabanın arka koltuğunda uzanıyordum ve araba hareket halindeydi. Gözlerimi gördüğüm yoğun ışıktan dolayı kısıp ön koltukta oturan kişiye baktım.

Dağılmış saçları, esmer teni ve kusursuz çehresi ile sürücü koltuğunda oturup sessiz bir şekilde arabayı süren kişi Barkan'dı.
''Barkan?'' diye mırıldandım ama sesim, uzun zamandır konuşmamışım gibi kısık ve pürüzlü çıkmıştı. Barkan'ın karanlık çukurları dikiz aynasından bana çarptı. ''Uyanmışsın,'' diye fısıldadıktan sonra yeniden yola dönüp direksiyonu sağa kırdı.

İstanbul sokaklarının hiç bilmediğim köşelerinde oldukça hızlı bir şekilde ilerliyorduk. Araba, gecenin bir yarısı bindiğimiz araçtan farklı bir arabaydı. Beyaz renkli, basit bir aile arabasının içindeydik. Etrafta, yerlerde ve koltuğun üstünde onlarca kanlı mendil vardı. Kanlı kurumuş mendiller, yarısı kırmızıya dönmüş kumaşlar ve birkaç ilkyardım malzemesi yere dağılmıştı. Arabanın içi berbat haldeydi ancak nedenini anlamıştım. Barkan'ın yüzü ve saçları tertemiz olduğu gibi daha önce kolunda olan yara sıkıca sarılmış ve görünmez hale getirilmişti.

Aynısı benim içinde geçerliydi. Üzerimdeki siyah tulumumun kolları sökülmüş, tenimdeki kan izleri silinmişti. Omzumun biraz altında olan yaram sarılmış, diğer yaralarımda özenle temizlenmişti. Daha önce yüzümdeki o rahatsız edici gerilmenin şimdi olmadığını, yüzümün ve saçlarımın tamamen tertemiz olduğunu görünce dudaklarım iki yana kıvrıldı. Ellerim kucağıma düştü, oturur pozisyona geçtim. Gözlerim dikiz aynasından Barkan'ın yüzünü tararken geceden kalma anılar bir bir aklıma doluştu.

Yüzümdeki gülümseme aniden silinirken telaşla elimi alnıma yasladım. En son arabaya bindiğimiz anı hatırlıyordum. Barkan'ın kollarında ağladığımı, ona ne kadar üzgün olduğumu ve ondan teselli cümleleri duyduğum andan sonrası hafızamda yoktu.

''Barkan?'' diye mırıldandığımda Barkan yeniden bana döndü. ''Efendim?''
''Gece ne oldu?''
Gözleri bir süre üstümde dolandı, ardından da şehrin sokaklarından ayrılıp izbe yerlere girdik. İstanbul'un ne kadar büyük olduğunu yeni yeni fark ederken Barkan yutkundu. ''Pek bir şey kaçırmadın.''
Kaşlarım çatıldı, ateşimin düşmüş olmasına rağmen başım ve boynum feci derecede zonkluyordu. ''Başım çok ağrıyor...'' diye mırıldandım. ''Sen iyi misin? Yaraların nasıl?''

Barkan öylesine başını salladı. ''İyiyim, bir şeyim yok.''
''A-ayağın nasıl?'' dedim, kemiğinin kırılmış olduğunu ellerim altında hissettiğim an aklıma gelince titredim. ''Sadece çatlamış, zamanla iyileşir.''
Umursamıyormuş gibi görünmesinin sebebini istemsizce kendime bağladım. Onun canını yaktığımı düşündüğümü biliyor ve bu yüzden benden bazı şeyleri saklıyormuş gibi hissettim. ''Emin misin? Canın yanmıyor mu?''

''Gelip bakmak ister misin? Ayağımı gözüne sokabilirim.''
Barkan'ın aniden değişen ses tonu ile öylece bakakaldım. ''B-ben...'' diye kekeledim ama ne diyeceğimi bilemedim. ''Tamam, iyi olduğuna inandım.''

Barkan tısladı. Uzun zaman sonra kendince gülüyor olduğunu düşündüm.
''Hareket edebiliyor musun?'' diye sordu, biraz sonra. Kollarımı havaya kaldırdım ama omzumdaki acı sebebiyle sızlanıp geri indirdim. ''Evet, neden?''
''Ayakların ya da boynun?'' diye sordu. Ayaklarımı hafifçe salladım ama gece o kadar çok koşturmuştuk ki, onlarda sızlıyordu. ''Biraz acıyorlar ama iyiyim.''

''Güzel.''
''Arabadan inmemiz mi gerekiyor? Koşup koşamayacağımdan emin değilim.'' Gözlerime düşen kuşkuyu fark ettiği ancak yine de neden sorduğunu açıklamadı.
Yerdeki kanlı kumaşları iteleyip tek bir yerde topladım ve Barkan'ın koltuğunun arkasına doğru kayıp ona yaklaşmaya çalıştım. Arka koltukta oturduğum için onu net göremiyordum ve istemsizce, karşısına oturup onu izleme gibi bir hevesle dolmuştum.
''Kurtulduk mu Barkan?'' diye sordum. ''Peşimizden geliyorlar mı?''
Barkan başını iki yana salladı. ''Bir süre bizi bulamazlar. MİT yongayı çıkardığımızı biliyor, teşkilatların peşimize takılmaması için engel koymaya çalışacak.''
''Yani bize yardım mı ediyorlar?'' dedim, şaşırarak. Barkan daha önce böyle bir şeyin olmayacağını söylemişti çünkü. ''Hayır, yardım etmiyorlar. Silahın başka bir teşkilatın eline geçmemesi için tuzak kuruyorlar. Yonganın başka bir ülkenin eline geçmesini göze alamazlar. Yongayı Demeter'e götüreceğimi biliyorlar; MİT hala peşimizde ama diğerleri yeterince güçlü değil. Sadece onlarla savaşmak zorunda kaldığım için işim kolaylaştı diyebilirim.''

Yani, bir süre kaçtığımız tek teşkilat MİT olacaktı. Çünkü onlar Vyshe ve Gümrük'ü ciddi anlamda def edeceklerdi.
Gözlerim dikiz aynasına kaydığında, Barkan'ın alnındaki yaranın sarılmadığını ve kabuk bağladığını gördüm. Hemen ardındansa gözlerim aynadaki yansımama kaydı. İrislerimin heyecanla parıldadığını ve her zamanki halinden daha da canlı bir yeşile döndüğünü görünce gerçekten kurtulduğumuzu düşündüm. Umutla, heyecanla doluydum ve şimdiden sonra Barkan'la bir şansım vardı.

Yongadan geçekten kurtulmuş olmalıydım. Yonga yoksa... Zehirde yoktu.
Kaşlarım çatıldı, yerimde donakaldım. Gözlerim tekrar aynadaki yeşil irislerime çarptı ve zorlukla yutkundum. Gözlerimdeki sarılık yok olmuştu, ateşim düşmüştü; zehirden gerçekten kurtulmuş olmalıydım.
''Bir dakika... Sen yongayı çıkardığımızı bildiklerini mi söyledin?''
Barkan başıyla beni onayladı. ''Yani yongayı çıkardın mı?''
Başını hafifçe yana eğdi, dudaklarının kıvrıldığını fark ettim. İşaret parmağım ile omzunu dürttüm. ''Barkan? Yongayı gerçekten çıkardın mı? Zehir yok değil mi?''

Barkan tısladı, dudaklarını ıslatıp gülümsedi. ''Evet güzelim, artık tamamen sağlıklısın. Yonga yok.''
Derin bir nefes salınıverdi ciğerlerimden kalbimdeki sancılar bir bir yok oldu. Huzura kavuşmuş, büyük bir yükten kurtulmuş olmamın rahatlığı ile omuzlarım çöktü. Başımı Barkan'ın koltuğunun baş kısmına yasladım. Alnım sanki onun başına yaslanmış gibi soluklandım. Barkan'da başını hafifçe geriye eğdi; aramızdaki koltuk olmasa birbirimize yaslanıyor olacaktık. Arabanın hızının bir nebze düştüğünü, Barkan'ın başını iyice geriye attığını hissettim.
''Teşekkür ederim,'' diye mırıldandım. ''Teşekkür ederim Barkan.''

Nefes seslerim birbirine karışıp, gözyaşlarım bu defa sevinçten düşedururken elimi kaldırdım ve Barkan'ın ceketine asıldım. Ona dokunmak, onu tutunmak bir ihtiyaç haline dönüşürken, çekingen parmaklarımın ucu ile ceketini tuttum. Parmaklarım altında ezilen yırtık kumaşı tırtıkladım. Barkan, ona dokunmak istediğimi ama hala daha utanıp çekindiğimi fark etmişti. Direksiyondaki ellerinden birini çekip geriye doğru uzattı. İki koltuğun arasından uzanan büyük ellerini fark edince dudaklarım kemirdim. Ceketinde duran elimi usulca elinin üzerine bıraktım. Uzun parmaklarını parmaklarıma doladı, elim elleri arasında küçücük kalacak şekilde kavradı. Dudaklarım, kavuşan ellerimizin ve birbirimize karışan ısılarımızın sevinci ile gerildi. Gülümsedim. Geçirdiğim bunca zorlu sürecin, gördüğüm onca ölümün ve çektiğim onca ıstırabın ardından ilk defa içimden gelerek gülümsedim.

Gülücüğüm Barkan tarafından duyulabilecek kadar şiddetlendi. Güldüğümü duyunca yeniden tısladı ve ben iyice utandım. Parmaklarını sıklaştırdı, parmaklarımı sarmaladı.
Elini tutuyor olmanın bile ne kadar özel olduğunu kavradım o anda. Ona dair her şey güzelleşiveriyordu, kalbimi ele geçirdiğinden. Duruşu, bakışı, dudaklarının ufacık kıpırtısı ya da parmaklarının tenimdeki ufacık bir teması bile beni heyecanlandırıyordu.

Bana hissettirdiklerini seviyordum artık. Artık kandırıldığımı, bir kurmacaya yem gittiğimi ya da kalbimdeki duyguların şaşırdığını hissetmiyordum. Artık duygularım netlik kazanmaya başlıyordu, tıpkı Barkan gibi.

Uzun bir süre yol aldık, ufacık bir ses dahi çıkarmadan ellerimiz birbirine bağlı bir halde öylece yol aldık. Uzun zaman önce sorduğum ancak cevap alamadığım bir anı düştü aklıma.
''Barkan?'' diye seslendim. ''Söyle güzelim.''
''Biz, bundan sonra ne yapacağız?'' Barkan'ın avucumu okşayan parmakları durunca, sorumu onunda hatırladığını düşündüm. Ya da daha da ötesi, vereceği cevabın ağırlığı onu durdurdu.
''Bana güveniyor musun?'' diye sordu. Cevabım gecikmedi. ''Güveniyorum, bir tek sana güveniyorum.'

''Aferin,'' dedi. ''Benden başka kimseye güvenme...''

Benden başka kimseye inanmadığından emin olacağım.

''Neden sordun?''
''Çünkü seni bir yere götüreceğim.''
''Nereye?''
''Kabuğumdan bir süre uzaklaşmak zorunda kalacaksın,'' dediğinde başımı aniden koltuktan kaldırdım ve elini sıkıca kavradım. ''Neden? Bunu istemiyorum,'' dedim.
''Bende istemiyorum ama yapmam gerekiyor.'' Karanlık gözleri yosun irislerime çarptı. ''Senin için...''

***

Devam ediyor...


Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.
GÖREV: Agron'un Çırağı | I-IIWhere stories live. Discover now