Bölüm 27: Yüzleşilmesi gerekenler | Kısım 2

1.5K 60 5
                                    


''Bırak beni!'' diye haykırdım

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.




''Bırak beni!'' diye haykırdım. ''Canın çıkmadan asla!'' diye yanıt verdi.
Kollarına vurup, başımı geriye atıp çırpındım ama hiçbir işe yaramadı. ''Bırak, bırak!'' diye bağırdım. Ayaklarımı savurup tekme attım ama bir gram etkilenmedi. Saçlarımı iyice çekiştirince başım geriye düştü ve çığlık attım. Yüzünü kulağıma yaklaştırıp edepsiz sözler mırıldanırken korkuyla ağlıyordum. İğrenç nefesi tenime çarptıkça çırpındım ancak sonunda yorgun düşmemden dolayı hareketlerim yavaşladı.

Karşımdaki dolapların parlak camından bulunduğumuz konumu gördüğümde midem bulandı. Adamın kolları arasında kalmış, bedenim tamamen bedenine yapışmıştı.
''Senin ölümün bu dünyada en zevk aldığım cinayetim olacak,'' dedi. Kendini iyice bana yaklaştırmaya çalıştığında bedenimi öne doğru attım. Çırpınan bacaklarıma karşı koyamayıp birkaç adım öne sendeledi. Onunla birlikte bende öne doğru geldiğimde, ayağım önümdeki büyük cihazın bir paneline çarptı. Ayağımı ona yaslayıp kendimi itmeyi planladım, zoraki yetişen bacaklarım sızlasa da ayağımı panele yasladım. Kendimi itmek için azıcık bir güç uyguladığımda panel ayaklarım altından kaydı.

Kaşlarım çatıldı, arkamdaki adam birkaç adım daha öne yaklaştı. Şimdi rahatlıkla ulaştığım panele biraz daha baskı yaptığımda, panel iyice aşağıya çöktü. Önce neler olduğunu anlayamadım ancak sonra, karşımdaki dolabın camından arkamda neler olduğunu görebildim.

Önümdeki cihazın tepemizden uzanan ve tavanda biten bir kolu vardı. Kolun tavadaki kısmından ise başka bir metal parça sarkıyor ve arkada, havada bir yerlerde son buluyordu. Ben cihazdaki panele baskı yaptıkça, havadaki kol aşağı doğru düşmeye başlamıştı. Eğer panele biraz daha baskı uygularsam kol tamamen aşağıya düşecek ve -kum torbasına süratle vurulması misali- tamda bizim olduğumuz yere çarpacaktı.

Arkamda adam olduğu için ilk ona çarpacak olan kolun şiddetle bizi savuracağını biliyordum. Panele daha çok yaklaşmaya çalıştım ama adam hareketlendiğimi fark edince bir adım geriledi.

''Boşuna nefesini tüketme Elis, son anlarını iyi değerlendir,'' diyen adam. Belimdeki gri renkli kemeri sökünce, ben daha neler olduğunu anlamadan belimdeki kemer aniden boğazıma dolandı. Saçlarımdaki baskı yok olup yerine şah damarlarımda birlikte soluk boruma baskı yapan korkunç bir acı nüksedince derin bir nefes almaya çalıştım.

Ancak aralanan dudaklarım azıcık bir havayı dahi ciğerlerime taşıyamadı. Anında soluğum kesildi, tüm uzuvlarım oksijensiz kaldı. Ellerim çaresizce boynumdaki kemere giderken adam daha bir kuvvetle çekiştirdi ve aniden gözlerimin önü karardı.

Boğazımdaki katlanılmaz acı nefes eksiliğimin gerisinde kalırken gözlerim sonuna dek açıldı, nabzım ağır ağır yavaşlarken uzuvlarım hareket kabiliyetini yitirmeye başladı.

Boğuluyordum.
Adam beni boğuyordu.
Belki bir dakikam, belki de yalnızca birkaç saniyem vardı.
Ölecektim.
Bir şeyler yapmazsam ölecektim. Zira yardımıma gelebilecek kimse yoktu.

Ayaklarım ilerideki panele tutunmak için çırpındı, kendimi ileriye doğru çekmeye çalıştım. Boğazımdaki baskı sebebiyle bedenim istemsizce geriye çekilirken panele ulaşmam çok zordu. Boğulmayı göze alarak boğazımdaki ellerimi çektim ve kendimi tüm gücümle ileriye doğru attım. Ayaklarım aniden panele çarpınca, beklemeden ittirdim ve saniyeler içinde ağır kol aşağı düşüp adama, hemen ardından da bana çarptı.

Kuvvetle savrulduk. Ben, hemen önümdeki cihaza korkunç bir süratle çarpıp dururken adam, kolun devam eden etkisi ile karşı duvara yapıştı. Çarptığı dolabın camları kırılıp teninde derin kesikler oluştururken acı acı söylendiğini duydum. Sersemlemiştik.

Boğazımdaki baskıdan kurtulmanın etkisi ile tüm gücümle öksürdüm. Derin derin soluklar alıp kapanmaya hazırlanmış bilincimi kendine getirmeye çalıştım. Makineye çarpmamla karnımda oluşan korkunç baskı canımı yakıp çatırdayan kaburgalarımın soluklarımı yüzeyelleştirmesine neden olurken, zorlukla ayağa kalktım. Dengesiz adımlarım geriledi, olduğum yerde bir süre sallandım. Sarhoş misali orantısız adımlar atıp laboratuvarın ortasına doğru ilerlerken dönen başım işimi zorlaştırdı. Biraz sonra, yeniden kapıya gitmeyi hedefleyen ayak bileklerimde bir el hissettim. Bileğime sarılan elin uyguladığı güç ile aniden yüz üstü yere düştüm. Arkamdaki adam pes etmeyip üzerime gelmeye devam ederken çığlık çığlığa haykırıp sürüne sürüne geriye doğru kaçtım.

Yüzü gözü kan içinde kalmış, hatta kan kusan adam yaralarına aldırmayıp hala daha bana saldırmaya çalışıyordu. İkimizde yerde sürünerek ilerliyorduk. Sıkı sıkıya tutup beni çektiği bacağımı kurtardığım gibi sol ayağımı beklemeden yüzüne çarptım. Ayağımdaki topuklu ayakkabının sivri topuğu süratle adamın gözüne girince korkuyla bağırdım ve ayağımı geri çekmeye çalıştım. Adam duyduğu acı ile çığlık çığlığa yere attı kendini. Üzerimdeki elleri aniden çekilip kana bulaşmış gözüne tutunurken küfürler yağdırmaya başladı.

Adamın gözünü oymuştum.

Onun gözünü oymuştum.

Adam kanlar içinde yerde kıvranırken kana bulanmış ayakkabılarımı fırlatıp buradan kaçmak istedim.

Zorlukla ayağa kalktım ve açılmayan kapıya bakıp ağlamaya başladım. Nereye gideceğimi bilmiyordum, ne yapacağımı bilmiyordum.

Barkan'ın hala yakalanmamış olma ihtimaline sarılarak bir köşeye fırlatılmış olan şalımı buldum. Şalımdaki kuş şeklindeki broşu yakama takıp Barkan'a seslendim.
''Barkan?'' sesim o kadar cılız ve titrek çıkmıştı ki, çığlık çığlığa ağladığım ilk anda belli oluyordu.
''Barkan ses ver ne olursun! O-Oradaysan ses ver!''
''Barkan lütfen! L-Lütfen ses ver! Orada mısın?''
''B-Barkan!''
''Barkan!''
''H-Hayır, hayır! Lütfen olmasın hayır! Lütfen Barkan, iyi misin?''

Onun başına bir iş geldiyse başka şansım kalmıyordu, onu bir daha göremeyecektim.
Acı acı haykırdım, hala daha yerde kıvranan ve kan kaybederek can çekişen adamın çığlıklarını dinledim. Gözyaşlarım o kadar şiddetlenmişti ki, gözlerim kuvvetli laboratuvar ışıkları altında hiçbir şey göremiyordu. Gözlerimin önünü yağmurlu bir günü andırırcasına buğulu ve bulanıktı.

Her ne kadar kana bulanmış elbisem ile gözyaşlarımı silsem de ardı arkası kesilmedi. Düştüğüm durumun artısı olarak aldığım fiziksel darbeler canımı o kadar çok yakıyordu ki, çöktüğüm yerden kalkamayacağımdan korkuyordum.

Adam, bir süre sonra hareketsiz bir şekilde yere uzanınca soluğum kesildi. Etrafı kan gölüne dönmüş bedeni ağır ağır tüm hareketini yitirirken onun son nefeslerini verdiğinden korktum.

Ölmesini istiyordum ama bunu benim yapmış olmam tüm hücrelerim tarafından reddediliyordu.

Alnımdan dökülen boncuk boncuk terler eşliğinde saçlarımı geriye taradım. Ayaklarımın önündeki cam kırıklarından gördüğüm yansımalarım canımı daha çok yakıyordu. Yüzüm ve kolum tamamen kan içindeydi, gözlerim çökmüş ve gözyaşlarım geçtiği yerlerde kanal oluşturmuştu. Saçlarım kızıla çalmış ve terden yapış yapış olmuştu. En kötüsü ise gözlerimin yeşilinin tamamen sarardığını görmemdi.

Bunun gözyaşlarımdan dolayı bir yanıltmaca olduğunu umdum zira göz rengimin değişmesinin geçerli tek bir sebebi olabilirdi.

Zehir...
Yonganın yaydığı zehir...
Yonga...
Doğru ya!
Buraya gelme sebebimi hatırladım biranda. Yongayı içimden çıkaracak cihazı almak için gelmiştim bu laboratuvara. Cihaz hala buradaydı ve korkunç bir şekilde bedenime yayılmaya devam eden zehri içimden söküp atabilecek teknolojinin hemen yanında duruyordum.

Hıçkırıklarım dindi, gözyaşlarım aniden durakladı ve gözlerim hızlıca etrafta dolanmaya başladı.

Yonga...
Odaklanmam gereken şey yongaydı.
Broş hala yakamdayken ayağa kalktım ve yerde hareketsiz bir şekilde yatan adamı unutmaya çalıştım. Ellerim titriyor, karnımdaki sancı nedeniyle iki büklüm yürüyordum. Ayağımın tekini sürüyerek yürümek zorunda olduğum için yerdeki kırık parçalar tenimi çiziyordu.

Soluklandım, yüzümü temizledim.
''B-Barkan?'' diye seslendim bu defa sakin bir şekilde. ''B-beni duyabiliyor musun bilmiyorum ama şuan laboratuvardayım.'' Dudaklarımı dişledim ve göğsüme takılı kalan hıçkırıklarımı dindirmeye çalıştım. Gözlerim onlarca malzemenin ve ilacın olduğu alanı taradı. ''Yongayı çıkaracak olan c-cihaza dair bir şey bu-bulamıyorum.''

İlaç dolaplarının olduğu kırık kapağı açtım ve içindeki şeyleri kurcalamaya başladım. Birkaç serum dışında bir şey bulamayınca diğer dolaplara geçtim. ''E-Eğer beni duyuyorsan l-lütfen laboratuvara gel çünkü burada ka-kapana kısıldım.''
Sesim titriyor ve istemsizce kekeliyordum. ''Dışarıda bir çatışma vardı içeriye girince paneller patladı,'' dedim. Gözlerim yeniden yerde yatan adama kaydı.
Nefes alıp almadığını bilmiyordum ancak göğsünün hareket etmediğini görebiliyordum.
Onu öldürmüş olabilirdim.
Katil olabilirdim.

''İ-içeride,'' dedim ancak devamını getirmedim. Birini öldürmüş olabileceğim gerçeğini anlatmak istemedim. Dilime dökmeye cesaretim yoktu çünkü. ''İçeriden çıkamıyorum, cihazı da bulamadım.''

Barkan, yonganın tenime girecek uzantıları olan küçük bir cihaz olduğundan bahsetmişti. Tam olarak nasıl göründüğünü ikimizde bilmiyorduk, tek bildiğimiz şey işe yarayacak o cihazın burada olduğu idi.

Ancak ben bundan da emin değildim.

Dolapları, masaları ve alt çekmeceleri karıştırdım. Etraf o kadar çok dağılıp paramparça olmuştu ki, her hareketimde rahatsız edici çıtırtılar duyuyordum. Diğer köşedeki mikroskopların olduğu alanı incelemek için zorlukla yürüdüm. Her tarafı didik didik ederken biranda ayağım kaydı ve yüz üstü yere düştüm. Düşüşümle birlikte kafamı önümdeki masanın kapağına çarpıp kendimle birlikte kapağı da yere sererken alnımdan dağılan sıcak sıvının beni daha da güçsüz düşürdüğünü hissettim. İnledim, yerden kalkmak için çabaladım ve başımı kaldırır kaldırmaz gördüğüm cam kapsül ile duraksadım. Alnımdan sızıp gözüme akan kanımı sildikten sonra oturur pozisyona geçtim. Dolabın içinde duran büyük kapsülü kavrayıp kucağıma koydum. Kapsülün için tamamen koyu renkli bir sıvı ile doluydu. Kapsülü salladım, içindeki şey cama çarpıp tok bir ses çıkardı. Sıvının renginden belli olmuyordu ancak kapsülün içinde küçük bir cihazın varlığını hissedebiliyordum.

Kapsülü iyice salladım ve içindeki şeyi görmeye çalıştım. Biraz sonra hareket ederek cama yapışan cihazı görünce de kaşlarım havalandı. Dudaklarım gerildi.

Cihaz, küçük ve dikdörtgen şeklinde uzanıyordu. Üzerinde birkaç yazı ve tuş vardı ancak beni asıl umuda tutunduran şey, tırtıklı yüzeyinde küçücük iki çıkıntı bulunduruyor olmasıydı. Çıkıntılar iğne gibi incecikti ve en üst kısmında kıvrılıyordu.

Yutkundum ve beklemeden kapsülü çevirdim. Kapsülün üstünde ince bir çark vardı, çarkı çevirdim ve 'Tık' sesi gelince durdum. Kapsülün kapağı kendiliğinden açıldı, elimi koyu renkli sıvıya daldırıp cihazı yakaladım. Ancak cihazın soğuk yüzeyini parmaklarımda hissetmem ile elimde şiddetli bir sancının baş göstermesi bir oldu. Elimi hızlıca geri çektiğim gibi kapsülü bırakıverdim. Kapsül, fırlatır gibi atmamın etkisi ile yere düştü ve içindeki sıvı da aynı anda etrafa dağıldı. Sudan kurtulup açığa çıkan cihazın kırmızı bir ışıkla yanıp söndüğünü fark ettim.

İşaret parmağımdan sızan kanı üzerime silip cihaza yaklaştığımda, üzerinde ki küçük ekranda 'Eşleşme onaylandı' yazısının olduğunu gördüm.
Kaşlarım iyice çatıldı gözlerim cihazdaki yazı ile parmağımda oluşmuş yarada mekik dokudu.

Bu oydu.
Aradığım cihaz kesinlikle buydu.
''Buldum!'' diye kendi kendime sevinç nidaları döktüğüm sırada kulağımda belli belirsiz bir cızırtı oluştu. Durdum, cızırtı sesinin nereden geldiğini anlamaya çalıştım.

Ses yükseldi, gittikçe arttı ve tamamen duyulabilir bir hale geldi. Hızla arkamı döndüm ve laboratuvar kapısına baktım. Çelik kapının birleşme yerinin olduğu yerden kuvvetli kıvılcımların yükselmeye başladığını gördüm.

Turuncu-sarı arası parlak bir ışık aradan sızıp kapıyı titretirken, dudaklarımda kurtulduğuma dair hüzünlü bir gülücük oluştu. Birileri kapıyı açmaya çalışıyordu. Cihazı elime alıp zorlukla ayağa kalktım ve kapının açılmasını bekledim.

Barkan ya da MİT gelmiş olmalıydı, değil mi? Sonunda başarmış ve gelmiş olmalılardı.
''Barkan? Bu sen misin?'' diye mırıldandım, neredeyse mutluluktan ağlamak üzereyken. Barkan yanıt vermedi ancak kapıyı açmaya çalışan kişinin o olduğunu düşündüm nedensizce.
Öyle istediğim için, öyle olmasını umduğum içindi belli ki...

''Barkan?'' dedim, pes etmeyerek. Broşun artık işe yaramayacağını hala kavrayamamıştım.

Kapı tok bir gürültü çıkardı, ardındaki kişi kapıyı iki yana sürüklemeye çalıştı. Çelik kapıdan aniden tiz bir ses geldi ve kapı üç santimlik boşluk oluşacak derecede iki yana ayrıldı.

Kıvılcımların arasından arkada kimin olduğunu görmeye çalıştım. Çalışan cihaz susup, kıvılcımlar bir an için azaldığında, o bir santimlik boşluktan bana bakan bir çift göz gördüm. Gördüğüm parlak gözlerin Barkan'a ait olmadığı gibi, herhangi bir MİT çalışanına da ait olmadığını anlayınca korkuyla bağırdım.

Kapının ardındaki yüz sinsi bir şekilde gülümseyip alevler oluşturan cihazı yeniden çalıştırırken bana yardımcı olmaya çalışan MİT'in çoktan kaybettiğini ve laboratuvara girmek üzere olan kişilerin başka bir teşkilat olduğunu anladım.

Gümrük, Vyshe ya da Agronlar... Hangisiydi bilmiyorum ancak bana merhametli davranmayacaklarını biliyordum. Üstelik yongayı ve onu çıkaracak cihazı üzerimde taşırken beni elde etmek için yapmayacakları şey yoktu.

Başımı iki yana salladım, olacakları engelleyebilirmiş gibi. Dişlerim birbirine çarptı ve bedenim korkunç bir şekilde titremeye başladı.

''Hayır, hayır!'' diye bağırdım. Kapı birkaç santim daha ayrılınca arkadaki kişinin elini uzatabileceği kadar genişlemiş oldu.

Geriledim, buradan çıkabileceğim başka bir çıkış olup olmadığına bakındım.

Yoktu.

Kapana kısılmış, kafes altına alınmıştım. 

 

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.
GÖREV: Agron'un Çırağı | I-IIWhere stories live. Discover now