4 - gidelim buralardan dayanamıyorum

381 59 49
                                    

Yemek poşetini tuttuğum elimi kapının kulbuna koyup diğeriyle anahtarı deliğe sokarak çevirdim. Ayakkabılarımı topuklarıma basarak çıkardım ve derin bir nefesi bıraktım. Saat sekizi geçiyordu. Ceketimi hızlıca çıkarıp vestiyere astım ve terliklerimi ayaklarımın ucuyla giyerek sesin geldiği yere, yani mutfağa yöneldim.

Gülüşleri benim mutfağa girmemle yüzlerinden düşmüştü. "Selam abi." Her zamanki selamlamamla ancak normalden daha düşük bir tonda konuşmuştum. "Selam canım." Elimdeki poşete uzanırken daha yüksek sesle cevap vermeye cesaret eden tabi ki Jungkook'tu.

Jimin ve Namjoon karşılıklı sandalyelerde oturuyorlarken Jungkook'un oturduğunu tahmin ettiğim kenara çekiliydi. Masamızın bir tarafı duvara yaslıydı yani Jungkook ikisinin arasında oturuyordu. "Geç sen ben sandalye getiririm." Zihnimi okumuş gibi mutfaktan bir koşu hızla çıkmıştı. "Sağ ol Kookiebalım." Arkasından seslenirken kendimi artık benim olan sandalyeye bırakmıştım.

Ortamda benim yüzümden olan bir gerginlik vardı bu yüzden bu havayı dağıtmak benim sorumluluğumdu. "Naber abi? Dedikodumu yapıyordunuz galiba sustunuz?" Cebimden paketimi çıkarıp ötemde duran küllüğe uzandım. Çabamı fark eden Namjoon gözlerini gözlerime değdirip konuşmaya başlamıştı. "Nerden anladın ya? Zeka küpüsün." Ağzımı eğip dediklerini ince bir sesle taklit ettiğimde Jimin'den de bir kahkaha kazanmıştım.

"Oo zirzop bey, sesiniz çıkıyormuş. Durmuşsunuz öyle korkuluk gibi." Sesim yumuşamaya başlamıştı ve tabi ki fark ediliyordu. Oturuşu rahatladı, gerdiği omuzlarını bıraktı. Gülüşünü tutmayı da kesti. Masaya koyduğum paketimden bir sigara çarptı. Üstündekinin kolunu çekmeyi unutmadı. "E napalım bi' gittin gelmedin, öldün sandık. Neyini kim alacak onu konuşuyorduk."

Biz gülüşürken, taşıdığı sandalyeyle Jungkook girmişti. Kısa süreli kaş çatıklığını hemen sırıtış ile değiştirmişti. Evet konuşacak ciddi bir konumuz vardı, ama eminim Jimin'i gülümsetmek saatlerini almıştı. Çabalarını silip atamazdım. "Hayvan gibi açım hyung ne aldın?" Sandalyeyi yanıma bırakıp tezgaha koyduğu poşetleri masaya getirdi. "Binbir çeşit Çin yemeği. Kızarmış mantı beş tane, ikincisi benim yemeye kalkanın ağzını yırtarım."

Ültimatomumu verdiğimde kahkahalarını tutamayıp birkaç onay ifadesi bırakmışlardı. Tahta çubukları elimizle kırdıktan sonra herkesin gözünün şöyle bir yiyeceklerde dolandığını hissetmiştim. Derin bir nefes alıp afiyet olsun dedikten sonra önüme adını söyleyemediğim bir çeşit rameni çektim ve yemeye başladım. Sessizlik ve memnuniyet esir almıştı etrafı. Sanki dün gece evimize yoksunluk krizinin eşiğinde gelmiş biri yokmuş gibi oturmuş yemek yiyor, karnımızı ovuşturup birbirimizin yüzüne geğirip ağzımızdakileri gösteriyorduk. Mutluyduk.

Dün koltuğumda birisinin koluna morfin enjekte edilişini izlememişim gibi yemek yiyordum. Saatlerce avare gibi sokakta yürümemiştim sanki, veya sinirden orayı burayı yumruklamak istememiştim. Bana içki dahi içmiyorum yalanını söylediğini bile unutmuştum. Tüm geceyi on altıncı kez aklımdan geçirdiğimde fark edebilmiştim bunu. Daha neleri yalandı?

Ağzıma soktuğum lokma büyürken çubuklarımı önümdeki kutunun üstüne bırakıp arkama yaslandım. "Doydun mu?!" Ağzının sağ tarafına bir sincap gibi yemek sıkıştıran Jungkook şoke olmuş biçimde konuşmuştu. "Biraz mola vereyim dedim." Kalkıp tezgaha yaslanarak bir bardak su içtim.

Kalkışımın öylesine bir şey olmadığı belliydi. Nasıldı bilmiyorum ama belliydi, sezmişlerdi. Önümü tekrar onlara döndüm. Yemekleri zaten bitmek üzereydi, durmuşlardı. Öylece etrafa bakınıp arada gözlerini bana değdiriyorlardı. Kendimi tezgahtan ittirip derin bir nefesle buzdolabına yöneldim. Dört birayı çekip masaya oturdum. "Madem bana dediğinin aksine içkiyle aran varmış, biraz yumuşayıp konuşalım."

sen beni öpersen belki de ben fransız olurum ℘ yoonminWhere stories live. Discover now