41-Milyon Taşı

97 7 1
                                    

Odaya girdim sessizce. Thomas koltuğa uzanmış gözlerini kapatmıştı. Yüzündeki ifadeden uyumadığını, düşündüğünü anladım. Sessizce yanına koltuğun ucuna oturdum. Ellerini ellerimin arasına aldım.
Yavaşça gözlerini açtı. Siyaha çalan gözleri çom daha koyuydu ve yorgundu.
Hafifçe gülümsedim.
-Zamanla iletişim kurdum.
Birden hızla doğruldu ve gülümsedi.
T:Biliyordum biliyordum.
Birden dudaklarıma uzun bir öpücük bıraktı.
T:Seninle geçirdiğim senelerde şunu çok iyi anladım. Senin yapamayacağın, başaramayacağın şey yok. Buna şuan inanmıyor olabilirsin ama inan. Bunu başaracaksın.
Ardından tekrardan nefes nefese dudaklarımız birleşti. Sonra tekrardan ayrıldı.
T:Peki ne dedi?
-bana kaderimi, yapmam gereken görevleri anlattı.
Kısa bir özet geçtim. Ardından yutkunup aklımdaki en önemli soruyu sordum.
-Başardık mı?
Tek kaşını kaldırdı. Bu daha çok açıkla demekti.
-Dilek taşları, üçünü alabildik mi?
Birden gerildi. Omuzlarını iyice dikleştirdi.
T:Üzgünüm, ama bunları söylemem gerekiyor.
Birden kaşlarımı çattım sinirle.
-Neden?
Omuz silkti.
T:Sana söyleyeceğimiz her detay zamanın akışını bozar. İyi mi yoksa kötü anlam da mı bozacak bunu bilmiyoruz. Bu yüzden sana hiçbir detay vermememiz konusunda yemin ettik. Sadece şunu söyleyebilirim. Ne başarılı olduk ne de başarısız.
-Nasıl yani?
T:Henüz bitmedi. Savaşımız hala devam ediyor demek. Sona çok yakınız. Ama hiçbir şey bitmedi.
- offfg gene şifreli, bilmeceli konuşmalar.
Ama bu sefer ona kızmadım. Çünkü başıma gelen veya onların söylediği çoğu şeyin nedeni yine kendimdim.
Beni kendine çekti. Böylece koltuğa yan yana sıkıştık. Sessiz bir süre birbirimize sarıldık. Ve birbirimizi izledik.
Ama koltuğa sığmak çok güçtü. Boyu çok uzun olduğu için yarım dışarıdaydı.
-Biraz daha kayamaz mısın?
T:Sığmadın sanırım kilo aldın he şişko
Ardından burnuma dokundu. Gözlerimi kıstım.
-Seni vururum. Kilo falan almadım. Hatta kaç gündür koşuşturmacadan kilo bile vermiş olabilirim.
Gülümsedi ve beni kendine daha çok çekti. Dudaklarımız tekrardan bir araya geldi. Ayrıldığımız da yüzümün her yerine öpücükler bıraktı.
Bu hareketine gözlerimi kapatıp gülümseyerek cevap verdim. Sonra geri çekildi.
T:Peki karar verdin mi?
-Bilmiyorum. Bu bu çok zor. Anlaşılmaz.
Sessizce onayladı. Başka bir şey konuşmadık. Birbirimize sarıldık ve bir süre kestirdik.
-Kapıları peki nereye koydum. Hiç bilmiyorum ki? Çok saçma. Bilmeceleri ben kurdum, cevapları da bende olması gerekmez mi?
T:Şöyle söyleyeyim. Kapıyı Eski Dünya'da açtın ama girişi koyarken bu Dünya'yı bilerek koydun. Yani mantık olarak şuan sen olsan ve bu Dünya da bir yere gizli bir kapı yapsan onu nereye koyacağını düşün. Çünkü kapıyı ilk açan da sendin bunu unutma.
Nedense dediği çok mantıklı gelmişti. Eğer kapıyı ben açtıysam onun yerine şimdi karar vermiş olmalıydım.
Biraz sakince düşündüm. Kapıyı nereye koyardım İstanbul da.
Aklıma bir yer geldi. Olabilir miydi? Oraya koymuş olabilir miydim? Fatih'te çok kenarda kalmış ve küçüklüğümden beri çok hayranı olduğum eski bir anıt, ya da başka bir efsaneye göre bir tapınaktı. Roma ve Bizans için Dünya'nın sıfır noktası. Milyon Taşı.
Belki de kapıyı oraya koymuştum. Nedense bir an mantıklı geldi.
-Sanırım, bilmiyorum emin değilim ama kapı Milyon taşı'nda olabilir. Yani senin dediğin gibi düşündüm. Ve kendim kapıyı şuan bir yere koyacakmış gibi düşündüm. Aklıma direk orası geldi.
T:Neden orası?
-Babam tarihçiydi. Bana hep eski mitolojik hikayeler anlatırdı. Nedense İstanbul da bana en yakın yer olan da orasıydı. O yüzden sık sık giderdik. Kimse de pek bilmez. Mesela yerebatanı herkes bilir. Ama milyon taşı çok kenar da kuytuda kalmıştır. Bu yüzden ona hep üzülürdüm ve daha çokta severdim.
Bana içtenlikle gülümsedi.
T:Mantıklı geliyor. O zaman diğerlerine haber verelim ve İstanbul'a hareket edelim.
Bende yavaşça kafamı salladım.
...
Anlatıcı:Violette
A:Gerçekten yalan söylediğimi mi düşündün? Gerçekten bana güvenmiyor musun?
Ağlıyordu. Bende istemsiz ağlamaya başladım.
-Hayır anlamıyorsun. İzin ver açıklayayım.
Onu yanıma, koltuğun yanına çektim. Hayal kırıklığı ile bana bakmaya devam ediyordu. O bakışların altında ben kendimden daha çok nefret ediyordum.
-Francis ile birlikte Sophia gittik.
Kaşlarını çatıp şaşkınlıkla bana baktı.
-Edward, Edward'ın son anlarında ne yaşa yaşadığını anlabilmek için.
Sessizce beni dinlemeye devam etti. Ama ben devam etmekte zorlanıyordum.
A:Ne dedi? Dedi meraklı bir sesle.
Marry baktım. Sinirle pencerenin yanında durmuş dışarıyı seyrediyor, bir yandan da bir ayağını yere ritim tutarak vuruyordu. Adele sözü ile arkasını döndü ve bağırmaya başladı.
M:Ne demiş biliyor musun? Edward, yüzyıllardır aşık olduğum, hayatımın anlamını ben kendim öldürmüşüm. Ama bu acı verici kısmı değil. Sana daha acı verici kısmını söyleyeyim. Kızım Violette bize değil de onlara inanmış! Yüzyıllardır bir arada olan anne yerine koyduğu insana inanmak yerine, ruh hastası manyağın birine inanmış!
Sesi gittikçe yükseliyordu. Ve kızgınlık ve göz yaşları bir aradaydı.
M:Senden önce de bana test yaptı. Sonra da hala Sophia psikopatına inanmaya devam etti. Ve senin yalan söylediğini söyledi.
Sözleri söyledikçe ne kadar büyük hatalar yaptığımı daha iyi anlıyordum. Nasık bu kadar kırıcı olabilmiştim. Göz yaşlarımı silip ayağa kalktım.
V:Özür dilerim. Haklısınız Sophia inanmamam gerekirdi.
Ardından yutkundum. Ah keşke Francis de şuan burada olsa diye düşündüm. Derin bir nefes aldım. Gücümü toplayıp aklımdakini söyledim.
-Ama yapamam. Üzgünüm Marry, Adele yapamam. Ben, ben Jeremy gibi Meriç'in peşinden koşamam.
Gözyaşlarımı tekrar sildim.
-Ama sizi de hak etmiyorum. Ben, ben aileden istifa ediyorum. Sizi kırdım biliyorum ama ama nolur beni de anlayın.
Marry koltuğa attı kendini. Ve ellerini yüzüne kapatarak hüngür hüngür ağlamaya başladı.
A:Bir saniye. İkiniz de sessiz olun. Ya Sophia da doğruyu söylüyorsa.
M:Sen aklını mı kaçırdın. Ben mi öldürdüm yani?
A:Hayır bundan bahsetmiyorum. Kameralar da görünen kişi Meriçti. Ve ilginç bir şekilde kameraya adeta yüzünü göstere göstere gitmişti. Hem Meriç daha yeni dönüşmüşken, dönüşüm sıvısı gibi nadir ve iyi korunan bir şeyi nasıl ele geçirebilir ki?
-Ne demek istiyorsun yani?
Birden ayağa kalktı.
A:Ya ben ve Sophia ikimiz de haklıysak. Bu durumu tek bir şey açıklayabilir?
Anlamıyordum. Dediği şeyi düşünmeye çalıştım.
-Ne diyorsun?
M:Kızım daha açıklayıcı konuşur musun? Sinirlerim artık dayanamıyor.
A:Bir saniye.
Televizyona baktı. O an akıllı tv ye bağlandı ve o günün kamera görüntüleri geldi. Gerçekten de odaya giren ve çıkan Meriç'ti.
A: Meriç' i en son kendi odasından çıkarken görmüştünüz değil mi?
-Evet
Birden kamera görüntüsü değişti ve geriye sardı. Tam o anda odadan ağlayarak ve yıkık halde çıkan Meriç gözüktü. Ardından Adele her kameradan Meriç'i takip etti.
A:Bu cinayet zamanı dedi heyecanla
-İyi de bankanın önünde bu sırada dedim bende heyecanla.
M:Bu bu nasıl olur?
A:Edward' ın odasına giren Meriç kendini sadece koridordaki kameraya göstermiş. Ardından hiçbir kamera da izini süremedim. Şimdi asıl soru şu. Kim hem Meriç hem Marry olabilir?
İşte o an şalterler kalktı. Ve her şey gözümün önünde aydınlığa kavuştu. İki elimi şaşkınlıkla ağzıma kapattım. Ardından açıp
-ELSA! Elsa olmalı. Tabii ya. O gün sabahında otele gelip Meriç ile konuşmuştu. Edward öldürecek nedeni de var. Onu ifşa eden kişi oydu.
A:Her geçtiği koridor da şekil değiştirdiği içinde onu takip edemedim.
Marry ayağa kalktı.
M:Bu gerçeğe ağlasam mı sevinsem mi bilemiyorum.
Birden hemen Adele döndü.
M:Jeremy, Jeremy ulaş ve gerçeği söyle. Meriç'e veya kendine zarar vermeden onu durdurmamız lazım.
A:Daha da kötüsü ekipte Elsa da var.
-Assiktir.

DönüşümHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin