Ölü kadının külleri

4.6K 475 262
                                    

Bazen hayat asla ama asla beklemediğiniz çoğu şeyi çıkartır karşınıza. Mesela umulmadık bir zamanda piyangoyu vurursunuz, ya da hayatınızın aşkını bulursunuz. Hayattan umudunu kesmiş kanser hastaya umulmadık bir anda organ nakli yapılır. Hayat mucizlerler doludur.

Ama mucizeler her zaman güzel olucak diye kaide yoktur. Çoğu mucize başkasına güzel ama sana kötüdür. Bana çıkan mucize güzel mi yoksa kötü mü hala çözmüş değildim.

Bana çıkan mucize karşıma yeni bir hayat çıkartmıştı. Ve bu yeni hayat bana bir çok güzel şey vermişti. Alkan kardeşleri,  babamı ve özgürlüğü. Ama çoğu dakika kendimi hiç olmadığım kadar esir hissediyordum. Benim hayatımdaki mucize iyi mi kötü mü hala çözmüş değildim.

Ama hayat bilsin ki, benim kendi iyi şansımı kendim yaratırdım. Küçükken bana asla çocuk muamelesi yapılmazdı. O zamanlarda bile kendi iyi şansımı kendim yaratmışken şimdi, korkması gereken ben değildim. Korkulması gereken bendim.

Başımı kaldırıp büyük tabelaya baktım. "Çamlıca Ceza evi"

Ne basit bir kelime değil mi? Ceza evi. Burada suçlular sadece ceza çekiyorlardı. İşledikleri suçların cezasını. Benim doğup büyüdüğüm yerde ise ceza çekmiyorduk. Bizler ölümü  çekiyorduk.  Omuzlarımıza ölüm pençeleri yerleştirilmişti. Her nefes alışımızda kendini belli eden, etimize batan zehirli pençeler.

Yanımda ki Ege yumruklarını sıktı. Acaba kaç kez bu kapıdan giriyor ve babasını parmaklıklar ardında görüyordu. Acaba her kapıdan girdiğinde ne hissediyordu. Derin bir nefes aldım. Her iki yanımızda yürüyen gardiyanlardan olabildiğince uzak durmaya çalışıyordum  bunu Ege'de fark ediyordu. Ama kendi tedirginliğine  ve duyacaklarına o kadar yoğunlaşmıştı  ki bana pek fazla dikkat ettiği söylemezdi.

Bana yakın yürüyen gardiyandan bir adım uzaklaştım. Gardiyanlar ile alakalı hoş anılarım yoktu ve mümkünse hayatımın sonuna kadar hangi ırktan ve mezhepten olursa olsun gardiyanlardan uzak durmak istiyorum. Gardiyanların belki hepsi kötü değildi.  Neticede herkes kendi işini yapıyordu.  Ama şansa bak ki bana hiç iyi gardiyanlar rast gelmemişti.

Önde ilerleyen başka bir gardiyan bize bir bakış attı ve demir parmaklıkları bir bir açtı. Boş koridorları bir bir aştıktan sonra sonunda son kapıdan geçtik. Velakin attığımız her adımda Ege'nin gerilen sırtını fark ediyordum.

"Sadece yarım saatiniz var."

Ege başını salladı. Bir gardiyan kapının yanında beklerken diğer ikisi  çıkmıştı. Ege ikili sandalyelerden birinde oturdu. Karşıda bir cam vardı. Arkasında ise bir başka sandalye. Yanındaki boşluğa kendimi bıraktım. Okul çıkış saatinden bir saat erken çıkmış ve buraya gelmiştik. Bizi görüşme odasına almışlardı ama buraya gelene kadar Ege'nin soğuk terler döktüğünü fark etmiştim. Ege babasını bu halde görmeye tahammül edemiyordu.

Tedirginlikle parmaklarını hareket ettiriyor ve sağ bacağını ritmik şekilde sallıyordu. Düşündüm de, Ege en son babasını ne zaman ziyarete gelmişti?

Gözlerimi ondan alıp etrafa baktım. Bir an gülesim geldi. Buraya ceza evi diyorlardı. Her şey son teknoloji ile döşenmiş bir ev işte. Sadece içindekiler istedikleri zaman dışarıya çıkmıyor o kadar. Bu kuralın çoğu  mahkuma işlediğini ise zannetmiyordum. Oysa benim çocukluğumu geçirdiğim hapishane ceza evi sıfatını taşıyacak kadar masum değildi. O duvarlar mahkumların çığlıkları ile beslenmiş ve güçlenmişlerdi. Sonunda öyle bir hale gelmişti ki, yüzeyinde tırnak izleri ve onlardan geriye kalanlar ile süslenmişlerdi. Tohumunda çığlıklarımız ve kanımız vardı. Biz orda terk edilmişlik ile hergün  kurban verirken burdakiler sadece eskisi gibi özgür hareket edemiyorlardı. Ordakilerin çoğu özgürlüğü iki üç hafta da bir yarım saat dışarıya çıkmak zannederken burdakiler sadece elit bir yerde hoş bir yemek yemedikleri için özgürlüğünü  istiyorlardı. 

KAM+18 (Tamamlandı) Where stories live. Discover now