Bölüm 3

314 16 1
                                    




Kale


Bizler bu kalenin erleriyiz.

Tayınımızı yer, suyumuzu içeriz;

Gelirse amansız düşmanlarımız

Her zaman açıktır soframız

Gülleyi koyduk mu topa

İyi bir ziyafet çekeriz onlara

Bir asker türküsü

Eski zaman insanları, cancağızım.

Anasının kuzusu

Belogorsk Kalesi Orenburg'dan kırk verst (*) ötedeydi. Yol, Yayık Irmağı'nın sarp kıyıları boyunca ilerliyordu. Irmak donmamıştı henüz. Boz renkli dalgalar, beyaz bir kar tabakasıyla örtülü tekdüze kıyıların arasında hüzünle kararıyordu. Onların ötesinde de Kırgız bozkırları uzayıp gidiyordu. Ben üzüntülü düşüncelere gömülmüştüm. Garnizon hayatını hiç de çekici bulmuyordum. Emrine gireceğim yüzbaşı Mironov'u gözümün önünde canlandırmaya çalışıyor; görevinden başka bir şey düşünmeyen, en küçük dengesizliğimi katıksız hapisle cezalandırmaya hazır, sert, öfkeli bir ihtiyar olarak düşünüyordum onu. Hava kararmaya başlamıştı bu arada. Oldukça hızlı yol alıyorduk.

Arabacıma:

- Kaleye çok var mı daha, diye sordum.

Adam:

- Yo, diye karşılık verdi; işte geldik bile.

Surlar, kuleler ve toprak bir tabya görmek umuduyla dört bir yana bakındım. Fakat kütüklerden yapılma bir çitle çevrili küçük bir köyden başka bir şey göremedim. Bir yanda yarı yarıya karla örtülmüş üç, ya da dört ot yığını; öte yanda, ağaç kabuğundan yapılma kanatları tembelce sarkan bir yel değirmeni vardı.

Şaşkın şaşkın:

- Hani, kale nerede, diye sordum.

Arabacı küçük köyü göstererek:

- İşte ya, diye karşılık verdi ve aynı anda içeri girdik.

Dökme demirden, eski bir top duruyordu kapıda. Dar, eğri büğrü sokaklardan geçtik. Kulübeler basıktı, çoğunun üzeri samanla örtülüydü. Arabacıya beni komutana götürmesini emrettim. Az sonra yüksekçe bir yere kurulmuş ahşap bir evceğizin önünde durduk. Evin hemen yanında, yine ahşap bir kilise vardı.

Kimse karşıma çıkmadı. Taşlığı geçtim, sofa kapısını açtım. Yaşlı bir asker bir masanın başına oturmuş elindeki yeşil üniformanın dirseğine mavi bir bez parçası yamıyordu. Gelişimi bildirmesini emrettim.

Yaşlı asker:

- İçeri gir cancağızım, dedi, bizimkiler evde.

Eski bir zevkle döşenmiş temiz bir odacığa girdim. Köşede kapkacak dolabı duruyordu. Camlı, çerçeveli bir subay diploması asılıydı duvarda. onun hemen yanında da ''Kistrin ve Oçakov'un ele geçirilmesi''ni, ayrıca ''Gelin seçme'' ve ''Kedinin gömülmesi'' olaylarını gösteren ağaç basması tablolar göze çarpıyordu. Sırtında yünlü bir fanila, başörtülü, yaşlı bir kadın oturuyordu pencere kıyısında. Karşısında oturan, subay üniformalı tek gözlü bir ihtiyarın kollarına gerili örgüyü çözüyordu.

İşini bırakmadan:

- Ne istiyorsunuz anacığım, diye sordu.

Buraya atandığımı, görevim gereğince Bay Yüzbaşı'yı görmeye geldiğimi bildirdim. Ve bu sözle birlikte tam komutan sandığım bir gözü kör subaya dönmek üzereyken, ev sahibesi, içimden boyuna tekrarlayıp durduğum söylevi kesti:

Yüzbaşının KızıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin