Bölüm 11

181 7 0
                                    




İsyancıların Otağı


Doğuştan yırtıcıdır yırtıcı olmasına ya

Aslan, karnını az önce doyurmuştu

Tatlı bir dille bana

"İnime niye geldin" diye sordu.

A. Sumarokov

Generalden ayrılıp çabucak odama döndüm. Savelyiç her zamanki öğütleriyle karşıladı beni:

- Şu ayyaş haydutlarla çarpışmaktan ne zevk alıyorsun efendiciğim! Soylu bir kimseye yakışır mı bu? Günün birinde yok yere kendini ziyan edeceksin. Türklerle ya da İsveçlilerle dövüşsen neyse ne! İnsan bu haydutların adını bile anamaz!..

Bütün paramın ne kadar olduğunu sorarak sözünü kestim. Savelyiç keyifli keyifli gülümsedi:

- Yeterince var efendiciğim... Dolandırıcılar aramadık yer komadılar ya, ben yine de gizleyebildim onları.

Bunu söyleyip, içi gümüş sikkeyle dolu, uzun örme bir kese çıkardı cebinden.

- Peki Savelyiç, dedim, onun yarısını bana ver şimdi. Yarısı sende kalsın. Ben Belogorsk kalesine gidiyorum.

İyi yürekli lalam titreyen bir sesle:

- Azizim Pyotr Andreyiç! dedi. İnsaf et; haydutlar bütün geçitleri tutmuşken nasıl gidersin oraya? Kendine acımıyorsan anana babana acı. Nereye gidiyorsun? Niçin gidiyorsun? Azıcık bekleyiver. Ordu gelsin dolandırıcıları yakalasın, ondan sonra canının çektiği yere git.

Kararım kesindi. İhtiyara:

- Laf ebeliğinin zamanı değil, diye karşılık verdim. Gitmek zorundayım, bu böyle. Korkma Savelyiç: Tanrı büyüktür, belki yine görüşürüz. Bana bak, cimrilik etme sakın. Kendini sıkma. Canın ne istiyorsa, üç kat pahalı da olsa al. Bu paraları sana veriyorum. Eğer üç gün içinde dönmeyecek olursam...

Savelyiç:

- Bu da ne demek efendim? diye sözümü kesti. Seni yalnız bırakacağımı mı sandın? İşte, ölürüm de bunu yaptıramazsın bana. Madem gitmeye karar verdin, yayan yapıldak da olsa peşine düşer, seni yalnız bırakmam. Bu taş duvarların gerisinde sensiz oturacağım ha! Çok şükür, aklımı kaçırmadım daha! Sen bilirsin, efendim, ama ben senden ayrılmam.

Savelyiç'le tartışmanın boşuna olduğunu bildiğimden, hazırlığı yapmasına izin verdim. Yarım saat sonra ben, safkan atımın sırtındaydım. Savelyiç de lagar, topal bir beygire binmişti. Kent sakinlerinden biri, hayvanı besleyecek yiyecek bulamadığı için, beş para almadan Savelyiç'e vermişti onu. Kent kapısına geldik. Nöbetçiler bıraktılar bizi. Orenburg'dan çıktık.

Hava kararmaya başlamıştı. Yolum, Pugaçev'in barınağı olan Berda köyü yakınlarından geçiyordu. Ana yol karla örtülüydü. Fakat bozkır, baştan baş, her gün yenilenen nal izleriyle kaplanmıştı. Sıkı bir tırısla ilerliyordum. Ardım sıragüçlükle gelebilen Savelyiç, ikide bir:

- Daha yavaş, efendim! Tanrı aşkına daha yavaş! diye bağırıyordu. Bu körolası beygir, senin uzun bacaklı şeytana yetişemiyor. Pyotr Andreyiç... Aziz Pyotr Andreyiç!.. Kendini yiyip bitirme!.. Yüce Tanrım, efendimin çocuğu mahvoluyor!..

Az sonra Berda'nın ışıkları görünmeye başladı. Köyün doğal siperlerine, hendeklere yaklaşıyorduk. Savelyiç sızıltıyı kesmiyor, ama ardım sıra gelmekten de geri kalmıyordu. Köyü kazasız belasız geçmeyi umarken, birdenbire, karanlığın içinden eli sopalı beş köylü gördüm. Pugaçev barınağının öncü karakoluna çıkmıştık. Adamlar seslendiler. Parolayı bilmediğim için, yanlarından sessizce geçmek istedim. Fakat çevremi kuşatıverdiler. İçlerinden biri, atımı geminden yakaladı. Kılıcımı çektiğim gibi, köylünün kafasına indirdim. Şapkası adamı ölümden kurtarmıştı. Fakat sendeledi, gemi bıraktı. Ötekiler korkup kaçıştılar. Onların bu şaşkınlığından yararlanarak atımı mahmuzladım, hayvan ok gibi fırladı.

Yüzbaşının KızıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin