⏳Kalplere saklanan deniz kabukları⌛️

4.1K 394 135
                                    


Müzik: Aliye Mutlu - Fikrimin ince gülü

Kalplere saklanan deniz kabukları⌛️

Notası eksik kalmış seremoninin kulağa çarpan rahatsız edici o sesi zihnimde susmayan seslerin sahibine benziyordu. Doğru notayı bulmak, o seremoniyi güzel dinleyebilmek kadar zordu.

Tam karşımda elini çenesine koymuş pür dikkat beni izleyen adama baktım. Konuşmuyordu, sadece izliyordu. Konuşsaydı belki de notası eksik kalmış seremonimi tamamlayabilirdi, dinleyebilirdik, hayallere dalabilirdik fakat bunun sadece hayal olduğunu bilmek kalbimize acı verse de bunu yapmaya devam edebilirdik.

"Sabaha kadar bana mı bakacaksın?" diye sorduğum soruyla hafif gülümsedi. Uzun zamandır görmek isteyip göremediğim gamzesine kaydı gözlerim. O çukur... İnsanın kendisini kapattığı ve yalnız kalmak istediği küçük bir oda gibiydi.

"Keşke daha fazla bakabilsem," dediğinde ruhuma dikmeye çalıştığım dirayetim yıkılmak üzere, sallanmaya başladı. "Seninleyken hızlı geçen zamanlara düşmanım," işte o an dirayetim yerle bir oldu. Kalbimin ritmi sanki midemin duvarlarına çarpıyordu. Aslında her söylediği sözde sadece dirayetim değil, onu affetmeme ihtimalim bile yıkılıyordu. Adeta onu affetmemek için kalbime karşı direniyordum. Bu direnişte kazanan kalbim mi, yoksa beynim mi olacak, bilmiyordum. Bunu zaman gösterecekti.

Bakışlarımı kaçırırken söylediği cümleye karşın hızla çarpan kalbimi görmezden gelmeye çalışıp konuyu değiştirmek adına, "Ben acıktım," dediğimde aslında gerçekten acıktığımı hissetmiştim. En son ormanda sandviç yemiştim fakat üzerinden epey vakit geçmişti.

"Ne yemek istersin?" diye sorarken ayaklandığını hissettim. Bakışlarım ona doğru bir kıyı boyunca uzanır gibi çıktı. Yatağımın yanına geldiğinde komodinin üzerindeki otel telefonuna uzandı ve eline aldı. Sarı ışığın altında açık kahverengiye dönen gözleri gözlerime çıktığında, "Fark etmez," diye mırıldanırken omuz silkmiştim.

"Peki, o zaman ben karar veriyorum," diyerek bakışlarını telefona düşürdü. Birkaç tuşa bastıktan sonra telefonu kulağına götürdü. "412 numaralı odaya iki sucuk ekmek istiyorum," dediğinde kaşlarım çatıldı. Sucuk ekmek de nereden çıkmıştı? Belki daha önce yemiştim fakat tat olarak pek hatırlamıyordum. Telefonu kapattığında bakışları beni buldu.

"Tadını hatırlamadığını biliyorum ama seveceksin," diyerek zihnimi okuduğunda söyleyecek bir şey bulamamıştım. Ne diyebilirdim ki? Kafamın yazarı oydu. Ne düşünürsem onun sayfalarının satırlarına not düşüyordu.

Kalktığı koltuğa tekrar oturdu. Elini çenesine koyup tekrar bana bakmaya başladı. Sanki şu an da karşısında asla kaçırmak istemediği bir film vardı. O film bendim. Ruhum, nefesim, kalp atışlarım, mimiklerim, kımıldayan göz kapaklarım... Bir yanım deli gibi benim de onu izlememi istiyordu fakat ben onun kadar cesur değildim. Onun gözleri üzerimde bu kadar odaklanmışken ona bakmak, her şeyden daha zordu. Bakışlarım keskin bir manevra ile parmaklarıma düştü. Parmaklarımla oynamaya başladığımda aslına çok saçma bir şey yaptığımın farkındaydım ama şu an yaptıklarımı kontrol edemeyecek haldeydim. Derin bir nefes verdiğini işittiğimde gözlerimi hafif kaldırarak ona baktım.

"Sessizlikten sıkılmadın mı, Nilüfer? Konuş biraz, kelimelerine hasretim."

Bakışlarımı tekrar parmaklarıma düşürürken "Böyle konuşma," diye mırıldandım.

"Nasıl konuşayım?" diye durağan bir ses tonuyla sorduğunda cevabımın onu şaşırtmadığını anlamıştım.

"Yaptıklarını affetmişim gibi, sanki her şey eskiye dönmüş gibi..." sıkıntılı bir nefes verdim. Eskiye dönmek... Sanırım en özlediğim ama en zor olan şeydi. "Hiçbir şey olmamış gibi oturup seninle sohbet mi etmemi bekliyorsun?"

GÜZEŞTEWhere stories live. Discover now