16

1.7K 182 197
                                    




Dünyanın bir başka yerinde zaman hızlı ve olması gerektiği gibi geçerken, burada sanki her şey daha yavaş akıyordu. Soğuk tüm o kalın kıyafetlere rağmen tenlerinden içeriye sızmış ve her bir hücrelerinin donmasını sağlamıştı. Uzun uğraşları sonucunda pansiyona geri dönemediler ama büyük bir mucize gerçekleştirerek küçük bir orman evi bulabildiler sonunda. Kaybolduklarını fark etmeden dolaştıkları zaman epey uzaklaşmış olmalılardı. Ormanın derinliklerinde ki bu ev şu an onlar için bir can yeleği görevi görüyordu.

Sehun kapıyı birkaç omuz attıktan sonra açabilmiştiler kapıyı. Acele bir şekilde içeriye girdiklerinde, Jongin karanlıkta el yordamıyla aydınlatacak bir şeyler bulmaya çalıştı. Sehun da bu sıra tahta duvarda asılı duran kırmızı ev telefondan pansiyonu aramayı denedi. Bir iki çalıştan sonra karşı taraf açtığında kısaca iyi olduklarını ve bu havada onları almak için gelmelerine gerek olmadığını söylemişti. Dışarıdan kar fırtınası varmış gibi sesler yükseliyordu bu sırada. Sehun görevliye tekrar iyi ve korunaklı bir yerde olduklarını söylemesinin hemen ardından telefon hattı daha fazla bu havaya dayanamamış ve kopmuştu. Diğer çocuklarla konuşamamış olsalar bile en azından görevlinin onların içini rahatlatacağını biliyorlardı.

Evin içinde fazla bir şey yoktu; oturdukları yer ile mutfak birleşikti ve bir de banyoya açılan bir kapı vardı. Yatak odası için ayrı bir oda yoktu, solondaki duvarda asılı duran merdiven küçük, üçgen çatıya çıkıyordu direkt ve orada da bir yatak görünüyordu. Burada kalan her kimse fazla eşyalarla uğraşmamıştı. Jongin, şöminenin içinde birkaç odun parçası ve şöminenin üstünde de kâğıt, mum ve çakmak buldu. Şimdilik üç mumu yakarken bulundukları yerin az öncekine kıyasla fazlasıyla aydınlanmasını sağladı.

İkisi de birbirleriyle konuşmadan, sessiz bir anlaşma imzalamış gibi uyumlu bir şekilde çalışıyordu. Jongin ateş ve aydınlatmayla ilgilenirken, Sehun banyoya girip suyu kontrol etti ve sıcak suyun akmadığını fark edince mutfakta yiyecek bir şeyler aradı. Beyaz tenli omega bozulmadığına umduğu peynir, bir de bir şişe şarapla diğer omeganın yanına geldiğinde; Jongin de uzun uğraşlar sonucunda şöminenin içinde küçük bir ateş yakmayı becermişti.

Ateş yakmaya çalışırken soluduğu havadan dolayı birkaç öksürdükten sonra, "Umarım zehirlenmeyiz," dedi söylenerek. Sehun yanına, ateşin önüne oturdu ve elindekileri yere bıraktı.

"Hangisi daha kötü bilemiyorum, soğuktan ölmek mi yoksa zehirlenmek mi?"

Arkalarına yaslanmak ve üzerlerine oturmak için kanepeden çaldıklarını yastıkları koydular ve rahat edebilecekleri bir pozisyon ayarladılar. Sehun'un sorusunu duyunca, "Açlıktan ölmek mi yoksa zehirlenmek mi?" diye geri sordu Jongin tam anlamıyla yerleştikten sonra.

Sehun omuz silkti ve şarabın şişesini salladı. "En azından sıcak ve biraz da kafamız kıyak ölürüz," dedi.

Soğuktan dolayı donmuş olan bedenleri, ateşin güçlenmesiyle yaydığı sıcağı hissetmesiyle beraber çözünmeye başlıyordu. Meraklı gözler uyuşuk bir şekilde etrafı incelerken aslında hiç de fena bir yerde  olmadıkları konusunda hem fikir oldular. "Eğer burayı bulamasaydık..." Jongin gözlerini ateşe sabitlerken cümlenin devamını içinden tamamladı. Olabilecek kötü senaryoya sesiyle hayat vermek bile istememişti. Düşüncesi bile daha da titremesine ve korkuyla büzüşmesine sebep oluyordu. Sehun da onun ne kadar etkilendiğinin fark etmiş olmalıydı ki, tüm karamsarlığa rağmen sesini alaycı bir tonda tutmaya çalışarak, "Chanyeol'un bulacağı yerden ne bekliyordun ki zaten?" diye sormuştu. Jongin gözlerini devirdi ama dudakları küçük bir tebessümle büküldü. İkisi de birbirlerine güç veriyordu bu zorlu durum karşısında.

Bittersweet Tangerine // SeKaiWhere stories live. Discover now