08 || at least, i'm telling the truths

1K 147 138
                                    

"Hiç korkmuyor musun?"

Başımı soluma çevirdiğimde Jung Sungchan'ın sinir bozucu bir şekilde gülümseyen yüzüyle karşılaştım, oturduğum tribünlerin arasında bana doğru yaklaşırken elindeki siyah eldivenleri çıkarıyordu. Kırmızı formasını giymişti, kaskı yanında olmasa da muhtemelen terden ıslanan uzun tutamlar dağınık duruyordu.

Biraz yorgun görünse de formundaydı, beni yalnızca yüzündeki ifadeyle bile sinirlendirebilirdi.

Anlamsız bakışlarım ile birkaç saniye yalnızca yüzünü süzdüğümde histerik bir şekilde güldü. Yanımdaki koltuğa hayli uzun bedenini bıraktıktan sonra arkasına yaslanmış ve "Hyunjin'den yani," diyerek devam etmişti. "seni düşürmesinden."

Sesli bir şekilde güldüm.

Formasının altındaki omuzluk yüzünden farkında olmadan beni yana doğru ittirse de soluma döndüm ve yorgunluktan hafifçe kızaran koyu gözlerine baktım.

"Hyunjin beni asla düşürmez, sandığından çok daha güçlü."

Dudakları daha çok gerilirken bakışlarını kucağına indirdi ve eldivenlerini inceledi birkaç saniye boyunca. Ardından takrar gözlerime baktığında sürdürdüm: "Ayrıca yıllardır bu işi yapıyor."

"Yine de saatte otuz kilometre hızla bir buçuk metre havaya fırlatılmak korkutucu geliyor." Yüzündeki sırıtışı silip ciddi bir şekilde konuştuğunda kollarımı göğsümde çaprazlayarak arkama yaslanmıştım.

"Hiç saatte otuz kilometre hızla bir buçuk metre havaya fırlatılmadığın içindir."

Küçük bir kahakha bıraktı dudaklarından; gülerken iri gözleri kısılmış, yanakları hafifçe çukurlaşmıştı. İçten bir gülüştü bu, komik gelmiş olmalıydı fakat ben ilk defa Jung Sungchan'ın benimle alay etmeden gülümsediğini görüyordum.

Aslında biraz tuhaftı; tanıştığımızdan beri sürekli kavga etmiştik, güzel olduğumu söyledikten sonra bir şeyler değişir sanmıştım ama Hyunjin'e attığı yumruktan sonra bana da kızgın görünüyordu. Fakat şimdi ne değişmişti, neden hiçbir sorun yokmuş gibi konuşuyorduk?

"Hyunjin adına üzgünüm bu arada." dedim, hala ona bakmıyordum. Gözlerim pisti yavaşça boşaltmaya başlayan üyeleri izlerken aralarından kardeşimi arıyordum fakat çoktan soyunma odasına gitmiş olmalıydı.

Her ne kadar yumruk atan Sungchan olsa da sorun Hyunjin yüzünden çıkmıştı ve açıkçası hak ettiğini düşünüyordum, kahveyi dökmesinin tek sebebi egosunu tatmin edebilmekti.

"Neden üzülesin ki?" Kestane saçlarını uzun parmaklarıyla düzeltmeye çalışırken başımı çevirip parlak koyu gözlerine sabitledim bakışlarımı, aynı zamanda hafifçe kaşlarımı çatmıştım. "Bu özür dilemek anlamına geliyor, Sungchan."

"Biliyorum."

"Sen cidden," Histerik bir şekildede güldüğümde hafifçe dudaklarını ısırmıştı, "Egoist mi?" diye sordu aradından.

"Senin aksine özür dilemeyi biliyorum."

"Biliyor musun Kim Arin," Bakışlarını birkaç saniye etrafımızda gezindikten sonra yüzüne dökülen kestane tutamlar ardından gözlerime baktı. "Özür dilemek benim için hiçbir şey ifade etmiyor."

Cevaplamama fırsat vermeden ayaklandığında önümde dikilen uzun bedenine baktım daha çok çatılan kaşlarımla, ardından "Bekle biraz." demiş ve soyunma odalarına giden koridora doğru adımlarını çevirerek yanımdan uzaklaşmıştı.

Hoş, zaten bir yere gittiğim yoktu.

Pist sonunda tamamen boşalmıştı. Üzerinde paten bıçakların bıraktığı izler olsa da güzel görünüyordu, kalkıp birkaç tur atmak ve dönüşlerimi çalışmak istemiştim fakat patenlerim yanımda değildi; programa da çok bir şey kalmamıştı zaten, hemen çıkarsak anca yetişirdik.

the red queen effect :: jung sungchanWhere stories live. Discover now