17 -"Gamze in Yonca out!"

13.1K 482 60
                                    

NOT: Gecikme için üzgünüm. YGS'ye hazırlandığımı tahmin edersiniz. Artık Yeniden hakkındaki bütün duyuruları profilimden yapacağımı belirteyim. Bölüm tatlılar tatlısı Esra'ma... Ve tüm okuyucularıma :)) Multimedia: Gamze


YENİDEN

Bölüm 17

Genç kadının şaşkınlıkla aralanmış dudaklarının arasından “Yonca...” sözcüğü mırıltı şeklinde döküldü. Siyah, mütevazi elbisesinin içinde asaletle yürüyen kadına bakarken Gamze için zaman durmuştu sanki. Yonca’yı burada görmeyi kesinlikle beklemiyordu. Henüz Yonca’nın varlığını sindirememişken Seda’nın sesiyle ikinci şokunu yaşadı. “Ve Ersan...” diyen arkadaşıyla yeşillerini Yonca’dan ayırıp, onun arkasından gelen adama çevirdi. Ersan Ünlü’ye!

Peş peşe restorana giren ikili Gamze’yi dumura uğratmayı başarmıştı. Sadece Yonca olsa bunu kaldırabilirdi belki ama Ersan da o hırsız kadına eşlik ediyordu. Pekala Yonca’nın Ersan’ı ondan çaldığı falan yoktu fakat ondan önce Gamze vardı! Yonca daha Ersan’ı tanımıyorken, Gamze’nin kalbi Ersan için atıyordu. “Ama Ersan bunu bilmiyordu, sefil!” diyerek kızdı kendi kendine. Yeşil vadileri güneş gözlüğünün altından çaprazında kalan masaya oturan çifti delip geçerken, bugünün zor geçeceğine tamamen karar vermişti. Bir tarafta aşkın yaşının olmadığını ispatlamaya çalışan çift varken, diğer tarafta Gamze’yi sinir harbine sürükleyen Ersan ve Yonca vardı. Tahammül sınırları aşılalı çok oluyordu ama sabırlı olmayı deneyecekti Gamze. Seda’ya belli etmemeye çalışarak Ersan’ı izlemeye başladığında, genç adamın nazikçe Yonca’nın sandalyesini  çekmesiyle tepesi attı. Bu adam bir tek ona mı kabaydı? Veyahutta sadece Yonca’ya nazikti!

Yonca arkası dönük oturduğu için onun yüzünü göremiyordu ama şu anda zevkten dört köşe olduğuna emindi genç kadın. Öfkeyle masanın üzerindeki bıçağın sapını kavrayıp sıkabildiği kadar sıktı. Yonca’yı kesip biçmek için ideal bir aletti doğrusu.

“Doruk geliyor.” Seda söylemese fark edemeyeceği bir ayrıntıydı. Girişteki Doruk’a kısaca bakıp gözlerini tekrar Ersan’a dikti. Alçak adam! İki gün önce ona kalbini açmasına rağmen hala Yonca’yla birlikteydi. Gamze’nin de aşkının da Ersan’ın gözünde hiç değeri yoktu belli ki. Bir anda içi hırs ve sonsuz kıskançlıkla doldu. Ersan’a kendini öyle bir kapırmıştı ki gerçekleri görmekte zorlanıyordu. Ama şimdi gerçekler tüm çıplaklığıyla gözünün önündeydi. Gamze Ersan’ı delicesine severken Ersan Gamze’yi delirticesine Yonca’ya ilgisini veriyordu. Erkeksi dudaklar her açılıp kapandığında kalbi hop eden genç kadın, onların ne konuştuklarını merak ederken dudaklarını kemirmeye başladı. Kırmızı rujunun dişleriyle olan olumsuz münasebeti umurunda bile değildi.

Doruk yan masaya otururken Gamze ona önemsiz bir şeymiş gibi memnuniyetsizce bakıp işine kaldığı yerden devam etti. Seda ise hafiyeliğin ilk adımlarını hakkıyla atıyordu. Telefonunu çıkarıp oynuyormuş gibi yaparak gizlice Doruk’un birkaç kare fotoğrafını çekti. O, fotoğrafları Ceren’e gönderirken Gamze’nin içi içini yiyordu. Ersan tatlı tatlı konuşmaktaydı ve Yonca’nın ne alemde olduğundan haberi yoktu. Ersan ona güzel sözler söylüyor olabilirdi ve Yonca’da muhtemelen ona cilve yapıyordu. Bu düşünceyle kanı daha hızlı akarken baş parmağı dudaklarına gitti. Güzelim tırnakları kıskançlığının kurbanı olmaktan kurtulamamıştı.

“Doruk hala yalnız. Nerede kaldı bu kadın?”

Seda etrafa bakınırken tırnağını köşesinden ısıran Gamze ne yapacağını şaşırmıştı. İçinden geçen çok şey vardı ama yapması biraz zordu. Şimdilik önceliği Ceren olmalıydı fakat kendine mani olamıyordu. Parmağını güçlükle dudaklarından uzaklaştırdığında hafifçe öksürerek boğazını temizledi. Ersan ve Yonca’yı kısa bir süreliğine unutup işine bakması gerekiyordu. “Eğer Doruk Ceren’i gerçekten aldatıyorsa bütün kadınların intikamını Doruk’un üzerinden alacağım.”

Seda alayla güldü. “Hadım mı edeceksin?”

“Yapamaz mıyım?” diyerek diklendi Gamze. Ersan’a olan kızgınlığıyla her şeyi yapabilirdi. Doruk onun için iyi bir stres topu olacaktı.

“Tabi ki yapamazsın.” dedi Seda aksi aksi. “Senin pipi görmüşlüğün bile yok.” diye devam ettiğinde Gamze’nin yüzü renkten renge girdi. Seda’nın açıksözlülüğü bazen onu da gerebiliyordu. Arkadaşlarının arasında en tecrübesizi şüphesiz Gamze’ydi. İlk öpücüğünü bile kazayla vermişti sevdiği adama. Bu tip konularda tutucu değildi ama ille de Ersan diye tutturduğu doğruydu.

Elindeki bıçağı bırakıp Ersan’a kaçamak bir bakış attı. “Çok da büyük bir şey kaçırmış sayılmam.” dediğinde tek amacı kendini savunmaktı. Halbuki ortadaki adam Ersan’dı. Elbette büyük bir şey kaçırmıştı!

Seda’nın acıyan bakışlarına maruz kaldığında kendini kötü hissetti. “Vah benim safım...” Seda uzanıp elini tutunca tam anlamıyla demorize olmuştu. Deneyiminin olmaması kınanacak bir durum değilken Seda bilerek, sırf onu kızdırmak için böyle yapıyordu.

“Sen gördün de ne oldu Seda?” diye sordu kaşlarını çatarak. “Başın göğe mi erdi?” Zaten durumu yeterince zordu, bir de Seda tuz biber ekiyordu. Çaprazındaki ikiliyi gördükçe sinirleri zıplıyordu. Kıskançlık denen illet tam bir karın ağrısıydı. Kalbine de karnına da acayip bir sancı sokuyor, hiç olmadığı birine dönüşmesine sebep oluyordu.

Seda iç geçirip başka alemlere dalınca gözlerini devirdi. Sadece Ersan’la yaşamak istediği özel anları saklamaktan gocunmuyordu. Ersan onu sevmeyebilirdi ama Gamze Ersan’ı sözde değil yürekte seviyordu. Ersan’a yalnızca kalbiyle değil, bütün uzuvlarıyla aitlik hissediyordu. Bu yüzden Ersan olmasa bile Gamze başka bir erkeğe cinsel anlamda yaklaşabileceğini sanmıyordu. Çünkü Gamze’ye göre insan kalbini vereremediği birine bedenini de veremezdi.

Doruk’un ayağa kalkmasıyla ikisi de o tarafa dikkat kesildi. Yaşlı bir kadın Doruk’la el sıkışıp masaya oturduğunda Gamze’nin çenesi neredeyse masaya değecekti. “Yok artık!”

Sarışın bir kadın beklediği doğruydu fakat genç olacağını zannediyordu. Oysa yan masaya oturan kadın en az elli yaşında gösteriyordu. Bugünün üçüncü şokunu yaşıyor olması çok yersizdi. “Bay Mezar’dan sonra Bayan Sübyancı’yı kaldırabileceğimi sanmıyorum.” dedi öğürme taklidi yaparak. Bir çaprazında Ersan ve Yonca’nın sinir bozucu birlikteliği diğer çaprazında genç kadın ve dedesi yaşındaki adamın anlamsız varlığı yetmezmiş gibi restorana yeni bir bomba düşmüştü.

“Aldatmanın da bir adabı olur. Bu ne be?!” diyen Seda yüzünü buruşturmuş, kadını izliyordu. Gamze de resmen hayal kırıklığına uğramıştı. Umduklarından da kötüsüyle karşılaşmak, Doruk’un Ceren’i aldatıyor olmasından daha şaşırtıcı ve berbattı.

Bir müddet sadece izlemekle yetindikleri Doruk ve tanımadıkları kadının ne konuştuklarını duymak için kulak kabarttıklarında şekilden şekile girdiler. Restoran az da olsa kalabalıktı ve yan masayı tabiri caizse kestiklerini hissettirmemeleri çok güçtü. Üstelik Ersan Ünlü’nün de bu kaosa dahil olması Gamze’nin işini daha da zorlaştırıyordu. Doruk’a konsantre olması gereken yerde Ersan varlığıyla onun dikkatini dağıtıyordu.

“Ne konuşuyorlar? Of! Duyamıyorum!” diye sitem etti Gamze.

Seda masaya eğilerek duyabilme umuduyla başını sağa doğru kaydırdı. “Sanki şey diyor...” derken çatılan kaşları, Gamze’yi heyecanlandırmıştı. “Ne diyor?” diye sordu hevesle. O masada dönenleri öğrenemezlerse elleri boş döneceklerdi.

“Arabada beş, evde on beş...”

Gamze, Seda’nın sarı peruklu başına vurup onu susturdu. Seda’yı ciddiye almayı bir türlü bırakamıyordu.

“Senin yüzünden aptal olacağım!” diyerek kızan Seda başını ovuşturdu. Gamze ise gülmeyi yeğledi. “Zaten pek akıllı olduğun söylenemezdi.” Seda alıngan olmamasına rağmen küskünce dudaklarını büzünce Gamze dayanamayıp arkadaşının yanağından makas aldı. “Sen fotoğraflarını çek, gerisini bana bırak.” Seda’yla sürekli ters düşse de onu sevdiğini inkar edemezdi. Çoğu arkadaşlık iki kelimeyle hemencecik son bulurken onlarınki her şeye rağmen yıllardır devam ediyordu. Çünkü sevgileri gerçekti ve bu yüzden birbirlerinin her şeyine tahammül edebiliyorlardı.

Seda birkaç fotoğraf daha çekerken Gamze trençkotunun yakalarını ve peruğunu düzeltti. Baş parmağıyla Seda’ya “okey” işareti yaptıktan sonra da ayağa kalkıp Doruk’un masasına ilerledi. Boğazını temizleyip sesini olabildiğince değiştirmeye çalışarak, kadına hitaben “Merhaba.” dediğinde, kendine şaşırdı. Eğer bir gün beş parasız kalırsa oyunculuğu kesinlikle düşünecekti.

“Merhaba.” dedi kadın, gözleri kısıktı. Gamze’nin beş metre öteden peruk teşhişi konulabilecek siyah saçları ve kapalı havaya karşın taktığı güneş gözlüklerini garipsemişti. “Tanışıyor musunuz?” diye soran Doruk araya girince Gamze ona dönüp gülümsedi. Doruk’un onu tanıyamaması çok normaldi; çünkü o da kendisini tanıyamıyordu. “Hayır. Eğer izniniz olursa sizinle küçük bir anket yapmak istiyorum.” Cehenneme combine bilet almıştı ama onun girişi tek sezon olmayacağa benziyordu. Böyle giderse oradaki yerinin daimi sahibi olarak kalacaktı.

Doruk ve tanımadığı sarışın kadın birbirine sorarcasına baktıklarında, bu kadının Doruk’un sevgilisi olma ihtimalini sıfıra indirgedi. Çünkü kadın ciddi anlamda Doruk’un annesi gibi duruyor ve Doruk’a sevgiliden çok anne edasıyla bakıyordu. Şimdilik sabırlı davranıp, oyununa devam etmeliydi. Az sonra işin gerçeğini öğrenecekti nasılsa.  “Lütfen… Sadece birkaç soru soracağım.” diyerek kendini acındırırken bu kadarla yetinmeyip yalanına afilli bir tanesini daha ekledi. “Öğrenciyim ve bu da benim ödevim.” dediğinde kadının bakışları bayağı yumuşamıştı. Doğru yere parmak bastığını anlayınca iyice üstüne gidip ağlamaklı bir tavır takındı. “Bu anketi tamamlayamazsam biterim. Okuldan atılırım, annem beni eve almaz. Bu benim son şansım!” Birkaç gözyaşı akıtabilseydi çok makbule geçecekti  ama her zaman yerli yersiz akan yaşlar şimdi zorlasa da çıkmıyordu gözlerinden.

“Peki… Ama istemediğimiz sorulara cevap vermeyeceğiz, tamam mı?”

Gamze dişlerini göstererek gülerken “Elbette. Çok teşekkürler!” diye şakıdı. Olay dallanıp budaklanmadan sorularının cevabını alıp oksijensiz kaldığı bu restorandan uzaklaşmak için can atıyordu. Tek sorun şuydu: Doruk Ceren’i aldatıyor muydu, aldatmıyor muydu?

Kendi masasına gidip çantasından not defteri ve kalem alırken Seda’ya “Oldu bu iş!” diye fısıldayarak göz kırptı. Dorukların yanına vardığında sorularını sormaya başlamıştı bile.

“Ladies first. Adınız, soyadınız?”

“Süheyla Kaymak Demir.”

“Ne işle meşgulsünüz?”

“Emekliyim.”

“Medeni durumunuz nedir?”

“Evli.”

“Kaç yıldır evlisiniz?”

“Yirmi beş.”

“Eşinizi seviyor musunuz?”

“Özel bir soru.”

“Eşinizi aldattınız mı?”

“Ayıp oluyor ama...”

Gamze not defterinden başını kaldırıp kadına mahcupça baktı fakat gözlükleri yüzünden kadın bunu göremedi. “Affedersiniz. İsterseniz beyefendiyle devam edelim.” Süheyla Hanım başını sallayınca Gamze Doruk’a yöneldi. Vereceği cevapların dürüst olacağını biliyordu çünkü ona bu soruları soranın Gamze olduğunu bilmediğinden dolayı yalan söylemesine gerek kalmayacaktı.

“Adınız, soyadınız?” diye sorarken sıkılganca nefes verdi. Bu kısımları geçebilmeyi arzuluyordu fakat formaliteyi yerine getirmek zorundaydı.

“Doruk Kaymak.”   

Gamze adı ve soyadı deftere yazarken şaşkınca duraksadı. Doğru mu duymuştu yoksa kulakları yine bir oyun peşinde miydi? “Kaymak mı?”

“Evet, biraz acele ederseniz sevinirim.”

Allah seni bildiği gibi yapsın Ceren, dedi Gamze içinden. Yanlış alarm vermişti kırmızı kafa! Bunca uğraş bir hiç içinde ve Gamze şu anda oturup ağlamak istiyordu. Hem de hüngür hüngür!

“Şey... Siz akraba mısınız?”

Süheyla Hanım gülümseyerek Doruk’a sevecen bir ifadeyle bakarken Gamze yerin dibine girmek istedi. “Doruk’un halasıyım.” diyen kadın hakkındaki bütün önyargıları için eve gidince kendini bir güzel pataklayacaktı.

Doruk, halasının eline uzanıp okşadığında artık burada işi kalmadığını anlayan Gamze yıkılmıştı. Tabi ki ağıt yakacak değildi ama boş yere ortalığı velveleye verdiği için Ceren’i cayır cayır yakabilirdi. “Öyle mi? O kadar genç gösteriyorsunuz ki ben en fazla ablasısınız derdim.” dedi kocaman tebessümüyle. Süheyla Hanım yalan söylediğini düşünebilirdi ama inansın diye söylememişti zaten. Şayet aynadaki yansımasından haberi varsa, Gamze’nin sadece iltifat ettiğini anlayabilirdi. Ancak Süheyla Hanım genç kızlar gibi kıkırdadığında, iltifatından hoşlandığını anlamıştı. Yalan veya değil, bu kadının gülmesine vesile olmak Gamze’yi mutlu etmişti nedense. “İlahi!” dedi Süheyla Hanım ve Gamze’yi ilk kez tamamıyla süzdü. “Adın ne senin?”

İşte bunu hiç hesap etmemişti Gamze. Oklar birden ona dönünce apışıp kaldı. Soru soran Gamze’yken birdenbire roller değişmişti ve Gamze hazırlıksızdı. “Adım...”

“Derya’cığım, bir bakar mısın?”

Seda’nın kalınlaşan sesine döndüğünde rahat bir nefes aldı Gamze. Seda, onu büyük bir dertten kurtarmıştı. “Affedersiniz, arkadaşım çağırıyor.” diyerek kendi masasına geçerken kalbi hızla atıyordu. Oyununu eline yüzüne bulaştırmadan sıyrılabildiğine hala inanamıyor gibiydi. Neticede kötü adamların eline düştüklerinde onlara kanıp Ersan’a ilan-ı aşk ederek ilk firesini vermişti. Bu saatten sonra başına geleceklerden şüphe ediyordu. Artık her an her şey olabilirdi. Sandalyesine otururken, “İyi hamleydi. Sağ ol.” dedi Seda’ya.Tam zamanında yetiştiği için ona minnettardı. Aksi takdirde adını bile söyleyebilirdi o an.

Seda gereksiz bulduğu şükran cümlesini es geçerek “E...” dedi merakla. “Ne oldu? Ne öğrendin?”

Gamze başını yan masaya çevirip bir kez daha onlara baktığında Süheyla Hanım’la göz göze gelince selam verircesine başını sallayarak gülümsedi. Ardından öğrendiği her şeyi bir bir anlattı Seda’ya. “Özetle: Doruk masum!” diyerek konuşmasını bitirdiğinde Seda bitkince omuzlarını düşürmüştü. Böylelikle Gamze, onun da kendisiyle aynı hisleri paylaştığını anlamıştı. “Bu lanet ayakkabıları boş yere mi giydim yani?” diyerek sızlanan Seda için yapabileceği hiçbir şey yoktu. O, topuklularla yürümeye çalışırken; Gamze de peruğuyla cebelleşip durmuştu.

Seda söylenmeye devam ederken Gamze’nin yeşil vadileri Ersan’ı buldu. Arkadaşının anlattıklarını dinliyormuş gibi yapan genç kadın sevdiği adama dalıp gittiğinde dünyadan bihaberdi. “Kara Gözlüm...” diye geçirdi içinden. Farklı parıltılar vardı o gözlerde. Ersan’a milyonlarca kez aşık olmasına sebep olan hain parıltılar... Koyu ama parlak bir çift göz. Neşeliyken kahverengiye çalan, kızgınken dünyayı karanlığına boğan, arzuyla baktığında karşısındakini ateşe veren gözler. O gözler Yonca’ya değdikçe Gamze’nin yüreği kanıyordu. Yine o gözler Gamze’nin üzerine karanlık olup çökerken, Yonca’ya ışıldadığında genç kadının ruhu çekiliyordu sanki. Bazen Yonca’nın yerinde olmak istiyordu; şimdi olduğu gibi. Oysa elinden gelen her şeyi yapmış, adama onu sevdiğini söylemişti ama olmayınca olmuyordu.

Ersan’ın karşısında kendisinin oturduğunu hayal ederek tebessüm etti. Bir restorana gelmişler ve romantik bir yemek için masalardan birine oturmuşlardı. Ersan oturması için sandalyesini çekerken Gamze ona teşekkür etmişti. Menüden yiyecek bir şeyler seçerken Ersan onun zevkine çok güvendiğini ve ikisinin yemeğini de onun seçmesini istediğini belirtmişti. Gamze gurme edasıyla yemekleri sipariş ettikten sonra servis yapılana kadar Ersan sevdiği kadına defalarca onu sevdiğini söylemişti. Sonra flörtöz bir tavırla elini Gamze'nin açık bıraktığı saçlarına götürmüş, bir tutamını parmağına dolayıp okşamıştı. Okşamıştı...

Ersan, Yonca’nın saçlarını okşamıştı!

“N... Ne yapıyor bu?”

Yonca’nın saçlarında dolaşan o elleri kıracaktı. Ah, hayır! Gamze Ersan’a kıyamazdı ki! Yonca’nın saçlarını yolmak daha makuldü. Bu adam nasıl bunu yapabilirdi? Gamze hiç aklına gelmiyor muydu yani? Yonca’nın saçlarına dokunacak kadar delirmiş miydi? Gamze’nin ipeksi kumral saçları dururken, Yonca'nın kara çalı saçlarıyla haşır neşir olmasının başka bir açıklaması olamazdı. Ersan delirmediyse de Gamze’yi delirteceği kesindi. Genç kadın hızlı hızlı nefes alırken göğsü de aynı hızla inip kalkmaya başlamıştı. Sinirden saçlarının tel tel kabardığını hissediyordu.

“Gamze... Nereye bakıyorsun sen?”

“Hiçbir yere.” dedi Gamze dişlerinin arasından. Seda’yı ürküttüğünün farkında bile değildi.

“Kalkalım mı?”

Gamze sertçe başını iki yana salladı. Onlar bu haldeyken Gamze kalkıp gidemezdi ki! İstese de yapamazdı bunu. Beyni gitme emrini verse de kalbi ve aklı işbirliği içindeyken onu dinleyemezdi. “Sen git. Benim biraz işim var.” derken Seda’nın yüzüne dahi bakmadı. Yeşil vadileri Ersan’ı deliyordu fakat adam bunu bilmiyordu.

Seda ayağa kalkıp tereddütle çantasını koluna taktı. “İstersen bekleyeyim.” diye sordu son bir çabayla. Fakat Gamze’den yana hiçbir değişiklik olmadı. “İşim uzun sürecek.” dedi genç kadın. “Çok uzun.” Ersan ve Yonca’dan intikamını almadan dışarıya adımını atmayacaktı. O saçlar da, o eller de cezasını çekecekti. Gamze’nin kalbini kırmanın hesabını ödeyeceklerdi. Seda gittikten sonra yalnız kalmanın rahatlığını yaşadı. Seda’nın peşi sıra Doruk ve halası da restorandan ayrılmışlardı. Ancak Ersan’ın eli hala Yonca’nın saçlarıyla meşguldü. Gamze kafayı yemek üzereydi. Sabrının zorlandığı nadir anlardan birini şu an yaşıyordu.

Kara gözler bir anda ona dönünce telaşlandı. Ersan, birkaç saniye sırıtarak ona baktıktan sonra koyuluklarını çekti. Gamze, Ersan’ın onu tanıyacağını hiç sanmıyordu. Muhtemelen öylesine bakmış ve alakasız biri olduğunu görünce kendi işine geri dönmüştü. Yonca’nın saçlarını okşama işine! Dişleri kırılırsa müsebbibi Ersan Ünlü olacaktı.

On dakika kadar onları izleyerek zamanla birlikte kendini de öldürdü. Ersan elini Yonca’nın saçlarından ayırmıştı ama eli yine boş durmamış, kadının elini kavramıştı. Zaten o saniyeden sonra Gamze’de ipler tamamen kopmuştu. Ersan Bey kendi sonunu hazırlayarak aptallığın daniskasını yapmıştı.

Yonca’nın masadan kalktığını görür görmez kendini hazırladı. Madem mükemmel çift yemeklerini yiyip gitmeye karar vermişlerdi, onları uğurlaması gerekecekti. Ersan’ın cüzdanıyla ilgilendiğini görünce, Yonca’nın gitmeden önce lavaboya uğramaya niyetlendiğini anladı. Kırmızı topuklu ayakkabısı usulca masanın altından çıktığında, yanından geçen kadının ayağına takılarak yere düşmesini keyifle izledi. Saçlarını yolamamış olabilirdi ama ona acı çektirmek de yetmişti. Dizlerinin intikamını almanın hazzıyla dolup taşarken elini peruğun altından ensesine götürerek başını diğer tarafa çevirdi ve hiç oralı olmadı. Yonca kendi kendine düşmüştü! Gamze son derece masumdu!

Yonca’nın inlemesi kulaklarına dolduğunda ufak bir vicdan azabı duydu fakat hemen kendine geldi. Çünkü Ersan dizlerinin üstüne, yere kapaklanan sevgili nişanlısının yanına koşarak onu düştüğü yerden kaldırmıştı. Elini uzatıp kaldırması Gamze’yi çok da rahatsız etmezdi ama Yonca’yı kucağına alması bardağı taşıran son damla olmuştu.

“İyi misin, Yonca?”

Bir de nasıl olduğunu soruyordu! “Senin kucağındayken kötü olması mümkün mü?!” diye homurdandığında Ersan kucağındaki kadından ayırdığı koyuluklarını Gamze’ye çevirdi. Kaşları çatık, bakışları acımasızdı. Gamze gözlüğün altından ona meydan okurcasına bakarken, bu kadar çekici olmasına lanet etti. Bronz teniyle tezat oluşturan beyaz gömleğiyle iç çekmelik bir görüntü sergiliyordu ama Gamze şu an sinirliydi. Etkilenmek yasak!

Nihayet Ersan Yonca’yı kucağından indirip ayaklarının üzerine bıraktığında Gamze çantasını alıp ayaklandı. Ersan’ın tehlikeli bakışlarını üzerinde hissediyordu ve bu onda kaçma isteği uyandırıyordu. Fakat yanlarına doğru gelen garson onu yeni oyunlara itiyordu. Yeni cezalara ve yeni intikam yollarına... Ersan’a gününü göstermek için ölüp biten benliğini ateşliyordu adeta.

Garson üçünün yanından geçeceği sırada son hamlesini yaptı Gamze. Elindeki tepsiyle içecek taşıyan garsona hızla çarparak, onun da Ersan’a çarpmasını gülerek izledi. Ersan’a çarpan garson düşmekten kendini son anda kurtarırken, elindeki tepside bulunan bütün içecekler Ersan’ın siyah takımına ve kar beyazı gömleğine boca olmuştu. Garson Ersan’dan özür dileyerek durumu telafi etmeye çalışırken, Yonca olayın şokunda, ağzı bir karış açık duruyordu. En sonunda aralanan dudaklarını eliyle kapattığında, Gamze yüzünü buruşturdu. İkisi de savaştan çıkmış gibi viraneydi ve Gamze deminki çaresiz kıvranışının intikamını almanın güvencinden doğan bir güç akımının damarlarına yayıldığını duyumsuyordu.

Kendi kendine kıkırdadığında Ersan’ın korkutucu koyuluklarının hedefi olunca korkuyla ağzını kapattı. Sağa sola bakındıktan sonra yapabileceği en akıllıca şeyi yaptı. Kaçtı!

Arkasına bakmadan koşarak restoranı terk ederken nereye gittiğini bilmiyordu. Bildiği tek şey arkasındaki ayak sesleriydi. Koşan kişinin sadece kendisi olmadığını anlaması çok uzun sürmemişti. Ersan Ünlü’den kaçmak! En son altı yıl önce yaptığı bir eylemdi. Nereye gideceğini bilmediği için iyice heyecanlanmıştı. Ayağındaki topuklu ayakkabılarla bileğinin burkulması veya daha kötüsü düşmesi an meselesiydi. Restorandan çıktığında, bir önünde uzanan merdivenlere bir de arkasına baktı. Ersan nefes nefese ardından koşmaya devam ediyordu. Onu tanımış olabilir miydi? Eğer tanıdıysa, ki bu çok olasıydı, Gamze’yi mahvedecekti. “Ağız tadıyla intikam bile alamıyorum! Allah’ım, çok şey mi istiyorum? Ersan Yonca’dan ayrılsın, beni sevsin. Güzel anılarımız olsun, sonra evlenelim. En az üç tane olmak koşuluyla çocuklarımız olsun. Evimiz pembe panjurlu, kafemiz bereketli olsun. Bir de köpeğimiz olursa iyi olur tabi. Sonra...” İsteklerini sayarak merdivenleri koşa koşa inerken, ayakları acıyordu ama dayanmaya çalıştı. “Cidden çok şey istiyormuşum Allah’ım. Şimdilik tek isteğim Ersan’a yakalanmamak. Amin.” Ellerini yüzüne sürüp duasının kabul olmasını umarken gözleriyle saklanabileceği bir yer aradı. Karşısındaki Bayanlar Tuvaleti şimdilik tek sığınağıydı. Koşarak tuvalete girerken kapıyı alelacele kapattı. Kapının arkasına geçerek sırtını duvara yaslayıp derin nefesler almaya başladı. Koşmaktan ciğerleri söküleyazmıştı. Elini göğsüne götürüp başını yere eğdi. Gözlerini kapatıp kendine gelmeye çalıştı fakat ayakta zor duruyordu. Kapının açılma sesini duyduğunda umursamadı. Ersan onu buraya girerken görmüş olsa bile içeriye giremezdi. Gözlerini açtığında bulanık görüş alanında bir çift siyahlık belirdi. Görüntü netleşince gözünün önündeki o iki şeyin ayak olduğunu kavrayabilmişti. Ancak, bir sorun vardı. Bir bayan ayağına göre fazla büyüklerdi.

Çünkü bir erkeğe aitti! Dualarının başrolü, Ersan Ünlü’ye!

“Çelme takmak sakarlığa giriyor mu?”

Ersan’ın gayet sakin çıkan sesiyle başını kaldırdı Gamze. Konuşmak için ağzını açsa da çabucak geri kapattı. Ersan onu tanımadıysa da sesini duyunca mutlaka tanırdı. Kimliğini gizlemek için bayağı geç kalmıştı ama her şey bitmiş sayılmazdı. Dudaklarını birbirine bastırıp susmakla kaldığında Ersan genç kadına bir adım yaklaştı. Aralarında hatrı sayılır bir mesafe vardı. “Dilsizsiniz sanırım.” diyerek tek kaşını kaldırdı genç adam. Olmadığını çok iyi biliyordu. “Ama kör olmadığınıza eminim. Tüm bunları kasıtlı yaptığınıza emin olduğum kadar hem de.”

Gamze konuşmak için büyük bir istek duysa da konuşmadı. O sustukça, Ersan sakinliğini korumakta zorlanıyordu. Genç kadını baştan aşağı hiç acele etmeden süzerken ilk önce kırmızı topuklularıyla tanıştı. Ardından trençkotundan başka bir şeyin gizlemesine müsade etmediği uzun bacaklarında dolandı koyulukları. Altına etek giydiği düşüncesi bile içini rahatlatmıyordu adamın. Çünkü eteğin hiçbir yeri görünmüyordu ve kadının güzel bacakları olduğu gibi meydandaydı. Kaşlarını çatarak daha yukarılara tırmandı. Bacaklarının aksine, daha usturuplu bir manzarayla karşılaşmak fena olmamıştı açıkçası. Siyah peruğa iğrenircesine bakıp, kırmızı dudaklarda oyalandı bir müddet. Dudakları dolgunluğuyla yeterince dikkat çekmiyormuş gibi bir de kırmızı ruj sürmüştü hanımefendi. Belki bunu da bilerek yapmıştı! Ersan’ın yanı sıra diğer erkeklerin de dikkatini çekeceğini biliyor olmalıydı. Oysa daha iki gün önce ona “Seni seviyorum.” demişti Gamze. Sadece onu seven kadına bu kılıkla gezme hakkını tanımıyordu Ersan. Eğer Gamze sahiden onu seviyorsa, ona göre davranması gerekiyordu.

Eli genç kadının gözlüğüne uzandığında Gamze’nin kalbi durma noktasına gelmişti. Ersan’a engel olamıyordu ve kendini ele veriyordu. Gözlük yavaşça gözlerinden çekilip çıkarıldığında yeşillerini birkaç kez kırpıştırdı. Işık birden gözünü almıştı. “Bak sen... Burada kimler varmış?” diyen adamla kaşlarını çatarak bozuk attı. Küçük oyunu çok çabuk bitmişti. Kollarını göğsünde bağlayıp başını yan tarafa çevirerek Ersan’ı görmemeyi denedi. Suçluluk duygusundan daha ağır basan bir duyguya sahipti: Kırgınlık. Kıskançlığıyla bezenmiş bir kırgınlıkla Ersan’ın hakkından gelebilirdi ama yapmayacaktı.

“Görmeyeli cesaretin şahlanmış, Çukur.” Gamze’nin onu mahrum bıraktığı yeşil vadilerini görmek istedi Ersan. Elindeki gözlüğü ceketinin cebine koydu. Ardından gözlerini görebilmek için Gamze’nin çenesine dokundu. Fakat beklemediği bir şekilde çenesini sertçe adamdan kurtardı Gamze. “Dokunma!” diye bağırdı. Yonca’nın saçlarına değen eller kendi tenine dokunsun istemiyordu.

Ersan fazlasıyla şaşkındı. Gamze’nin ani çıkışı onu afallatmıştı. Yine de üstüne giderek ona kendini önemli hissettirmeye niyeti yoktu. “Meraklın değilim.”

Gamze kollarını çözüp koyulaşan yeşilleriyle Ersan’ı şereflendirdi. Genç adam birkaç saniye yeşil vadilere bakakalırken, “Olmazsan olma!” dedi Gamze. Yeni kazandığı susma yetisini kaybetmesinin sebebi bu adamdı!

Ersan, Gamze’nin asiliği karşısında öfkeyle güldü. “Ne oluyor sana?” diye sorarken gerçekten de sorusunun cevabını almak istiyordu.

Gamze işaret parmağını genç adamın göğsüne bastırdı ve “Beni delirtiyorsun.” diye tısladı. Parmağının altındaki sertliği yok saymaya çalıştı fakat karmaşık aklı buna izin vermiyordu. Tıpkı Ersan gibi o da parmağının varlığını yadsıyamıyordu. Genç adam yutkundu ancak çatık kaşlarının altındaki koyu bakışları sertliğini koruyordu. “Senin beni delirttiğin gibi mi?”

Gamze başını dikleştirdi. Bu hareketiyle, Ersan’ın yüzüyle arasındaki mesafeyi farkında olmadan azaltmıştı. Lakin öfkesi hat safhada olduğundan dolayı birbirine karışan nefeslerini görmezden geliyordu. Kırmızı dudaklarını diliyle ıslatıp “Daha fazlası.” dediğinde asıl amacı bu olmasa da Ersan’ın dikkatini dudaklarına çekmeyi becermişti.  Ancak genç adam o koyu dolgunlukların oyununa gelmemek adına zevkle sırıttı. “Öyleyse kendimi kutluyorum.”

“Ukala!”

“Senin eline su dökemem.”

Gamze sert bir nefes çekip kızgınlığını belli ederken genç adam onu izledi. Gamze ise izlendiğini anlayınca kaçırdığı gözlerini genç adamda buldu. Ersan oyunbazca sırıtıp peruğuna dokunduğunda başını kaçırmak için sağa sola salladı fakat adamın dalga konusu olmaktan kurtulmadı. “Siyah sana gitmemiş. Murat Kekilli’ye benzemişsin.”

“Yonca kadar güzel olamadığım için beni affet!” dedi yalancı bir üzüntüyle Gamze. Ersan’ın onu böyle beğenip beğenmeyeceğini merak ediyordu. İşte, cevabını çok net bir şekilde almıştı.

“Hm...” Ersan’ın haylaz sırıtışı yüzüne iyiden iyiye yayılıp, gözlerine kadar ulaşmıştı. “Beni kıskandın mı?” diye sorarken oldukça keyifliydi. İçinde garip bir kıpırtı baş göstermişti ve bu durumun hoşuna gittiğini inkar etmeyecekti.

Gamze gözlerini kıstı. Ersan’a istediğini verebilirdi ama ekmeğine yağ sürmek istemiyordu. “Konumuz bu değil.”

“Ona çelme taktın.” dedi Ersan küçük bir çocuğu kınarcasına. Gamze’nin yaptığı tam bir çocukluktu ona göre. Ama onu Yonca’dan kıskandığı için böyle bir şey yaptığını düşününce diğer her şey silikleşiyordu. “Bence konumuz tam da bu.”

Gamze, Ersan’ın yakınlığından cesaret alarak genç adama meydan okudu. Ersan’ın bilmediği tek şey, masum oluşuydu. Onun haricinde her şeyi ortadaydı, saklaması lüzumsuzdu. Madem duymak istiyordu, söyleyecekti öyleyse. “Seni kıskanmış olabilirim, tamam mı? Çünkü umurunda olmasa bile ben seni seviyorum.”

İki kelimeyle kalbinden vurulmuşa döndü genç adam. Kalbi tekledi. Yüzündeki gülüşü öylece dondu kaldı. Gamze’yi zorlarken hiç çekinmeden, korkusuzca bir daha sevdiğini söyleyeceğini hesap etmemişti. “Sen beni gerçekten seviyorsun...” diye mırıldandı dalgınca. Koyulukları Gamze’nin yeşil vadilerinden bir an olsun ayrılmıyordu.

“Şüphen mi vardı?” diye sordu Gamze asice. O gece Ersan’ı yeteri kadar inandıramamış olmalıydı.

Ersan omuzlarını dikleştirip az önceki halinden arınmaya çalıştı. Gamze onu sevdiğini söyleyeli iki gün oluyordu ancak bir kez daha duymak devrelerini karıştırmıştı. “Canın yandı mı?” Gamze’nin soru işaretleriyle dolu yeşillerine alayla karşılık verdi. “Yonca’nın elini tuttuğumda canın yandı mı?”

“Sen... Bile bile yaptın...” Gamze’nin ‘o’ halini alan dudakları genç adamın yüreğini şenlendirdi. Şaşkın Gamze’yi hafızasına kazırken güldü. Genç kadın ise çareyi yumruk yaptığı elini adamın göğsüne vurmakta buldu. Ne yaparsa yapsın Ersan’dan hıncını alamayacağı bir gerçekti. “Elini tutmakla kalmadın, saçlarını da okşadın. Canım çok yandı. Mutlu musun şimdi? Kıskançlıktan delirdim! O dokunduğun saçların tellerini tek tek koparmak istedim. Senin yüzünden bir ton aptallık yaptım ve hiç pişman değilim. Saçlarını yolamadım ama düşüşü bana yetti. Gamze in Yonca out!” Öfkesini kusmanın hafifliğiyle sustuğunda hızlı konuştuğundan dolayı nefesi düzensizleşmişti. O kendine gelmekle meşgulken, Ersan ardı arkası kesilmeyen itiraflarla kendinden geçiyordu. Gamze’nin kıskançlığı fazla tehlikeliydi. Gamze’nin birçok şeyi yalan olabilirdi ama Ersan, aşkının yalansız olduğunu görebiliyordu. Ve Gamze’nin bu kıskanç tavrı genç adamı tahrik ediyordu. Onu arzulamaması gerektiğini bilecek kadar aklı başındaydı fakat engelleyemediği dürtüleri Gamze’ye doğru çekiliyordu. Ersan kalbini ondan korumak isterken, bedeni çoktan Gamze’ye kapılıp gitmişti. Öpülesi dudakları birkaç santim ötesindeyken ve o dudakların sahibi ona böylesine aşıkken, onlara yapışmamak büyük bir irade işiydi.

Eli genç kadının peruğuna gitti ve en üstten başlayarak en uca kadar aheste aheste parmağını sürttü. “Benim için mi bu kılığa girdin?” diye sorarken sesi kısıktı. Adrenalin Gamze’nin kanında kol geziyordu. Ersan biraz daha ona yaklaşırsa heyecandan ölmesi kaçınılmazdı. Elleri birebir saçlarına temas etmese de Gamze o dokunuşu iliklerine kadar hissediyordu. “Seninle hiçbir ilgisi yok.” dedi güç bela. Ersan’ın gözlerine bakma cesaretini göstermenin yanı sıra konuşmak çok zor bir mücadeleydi.

Ersan’ın kaşları ansızın çatılırken eli peruktan ayrılmadı. Ancak, yaşadığı küçük hayal kırıklığını anında yok etti. “İyi. O zaman kimin içinse git onun başına bela ol.” dediğinde Gamze güldü. Ersan’ın tribiyle henüz tanışıyordu.

Ayrıca onun kendisini tanıması göz ardı edemeyeceği bir ayrıntıydı. Ersan’a kızmak için çıldıran beyni, çocukça bir mutlulukla dolup taşan yüreğine ters düşüyordu.

“Beni nasıl tanıdın?” Merakla parlayan yeşil vadiler Ersan’ı apansız yakaladığında genç adam dürüst olmak mecburiyetinde kaldı. Yine de gerçekleri biraz çarpıtmasının bir mahsuru yoktu. “Bu kadar kısa bir eteği ancak sen giyersin.” diyerek genç kadına takıldı.

Lakin Gamze’de umduğu etkiyi bırakmadı. Aksine genç kadının ara sıra kaçan keyfini bilmeden yerine getirmişti. “Demek Yonca ile yemek yerken benim bacaklarımı dikizliyordun, Ersan Ünlü.” diyen Gamze tek kaşını kaldırırken bilmişçe sırıtıyordu.

“Hoşuna gitti bakıyorum…”

Gamze tatlı bir gülüşle omuz silktiğinde Ersan’ın dudakları iki yana esnemekten geri duramadı. Gamze’nin nazı yıllar önceye götürüyordu genç adamı. Gamze’ye aşık olduğu o çocuksu zamanlarına…

Gamze adama derin derin baktığında karanlığın güneşinde aydınlandı ruhu. “Beni yeniden sevmeyeceksin değil mi?” diye sorarken umudunu bir kenara bırakmıştı. “Sevecek misin?” diye sormamıştı. Çünkü biliyordu ki Ersan’dan bunu istemek için çok geç kalmıştı.

Ersan gözlerini kaçırıp kendince bir cevap arayışına girdiğinde Gamze cevabını almış olduğuna kanaat getirdi. Fakat o anda garip bir şey oldu. Çok garip bir şey… Ersan Ünlü ona bir adım daha yaklaşıp üzerine kapandı ve dudağının kenarına kendi dudaklarını bastırdı. Sadece bastırmakla kalsa da Gamze’nin kocaman açılan yeşil gözleri hayretten kapanmayı unuttu. Ersan’ın kara gözleriyle arasında en fazla bir santim varken o koyuluklarla bakışmaktan kaçamadı. Genç adamın biçimli dudakları tenini karıncalandırırken yaşadıkları ana bir anlam yüklemeye çalıştı ancak beyni durmuş gibiydi. Ersan’ın kirli sakalı çenesini gıdıklarken kalbi küt küt atıyordu. Dudağının tam kıyısında aşık olduğu adamın özlem duyduğu dudakları vardı. Ah, hayır! Şu an ölmek istemiyordu! Birkaç dakika sonra ölmesinde bir sakınca yoktu ama şimdi kalpten giderse kendini ikinci kez öldürebilirdi.

O dudakların varlığına alışmaya başladığı sırada kapının kapanma sesini duyup irkildi. Ne oluyor, demeye kalmadan Ersan’ın üzerindeki baskısı yok olunca kafasında ampuller yandı. Gamze yok yere kalbini şenlendirdiği için kendine ve Ersan’a küfretti. “Çekil!” diye bağırdı genç adama. Ağlamamak için kendini sıktığı sesindeki titreşimden belli oluyordu. “Keşke başka türlü yakalansaydın da senin adi bir sapık olduğunu söyleseydim!” Ersan onu resmen kullanmış, duygularıyla oynamıştı. Bütün klasik film repliklerini sayabilecek kadar kızgındı Gamze. Bayanlar Tuvaleti'nde basıldığında başına gelecekleri bildiğinden, onu kullanmıştı beyefendi. Halbuki Gamze o dakikalarda bir şeylerin değiştiğini zannetmişti. En azından onun midesindeki kelebekler döne döne yer değiştirmişti. Ama bu adam, Ersan Ünlü, o kelebekleri kanatlarından tutup ateşe atmıştı!

“Adi bir sapık olmadığımı çok iyi biliyorsun.”

“Beni izinsizce öptün!” dedi genç kadın isyan edercesine. Ersan’ın rahatlığı onun keçileri kaçırmasına sebep oluyordu.

Genç adam iki eliyle ceketinin yakalarını düzeltirken, “Buna öpmek denmez.” dedi kendini inandırmaya çalışırmış gibi. O, sadece durumu kurtarmak istemişti ve başarılı da olmuştu.

“Ya… Öyle mi?” dedi Gamze kızgın bir alayla. “Öpmek nasıl oluyormuş peki?” diye sorarken iyice diklenmişti. Bu adam bazen canını sıkmakta üstün bir performans sergiliyordu.

“Beni kışkırtmaya çalışma, seni öpmeyeceğim.” diyerek ukalaca göz kırptı Ersan. Gamze tüm gücüyle bağırıp ayağını yere vurma isteğini güçlükle zaptetti. Ersan’ın eline malzeme verdiği için suçun büyüğü ondaydı. Sırtını duvardan ayırıp duruşunu dikleştirdiğinde genç adam dikkatle onu izliyordu. “Beni öpmeni isteseydim, istediğimi alırdım.” İstediği her şeye kavuşmuş gibi iddialı konuşuyor olabilirdi ama Ersan’ın lafının altında kalmaktanda ufaktan atmayı tercih ederdi.

Adam yutkundu, kadın ise gücünü hissetti. Görünmez bir akım aralarından geçip havaya karışırken, kapının ardından adamın adı söylendi. “Ersan” diyordu biri ve o kişinin kim olduğunu ikisi de saniyesinde tespit etmişlerdi. Gamze’nin elini tutan Ersan genç kadını hızla kabinlere çekerken, Gamze düşmemeye özen göstererek adamın götürdüğü yere gitti. Ersan en sondaki kabinin kapısını açıp içeri girerken Gamze’yi de içeri çekmişti.  Küçücük kabinde klozetten kalan boşluğa sığmaya çalışmak zor olsa da Yonca’dan gizlenmenin başka bir yolunu bulamamıştı genç adam. Sırtını kapıya dayayıp işaret parmağını dudaklarına götürdü ve Gamze’ye “Sessiz ol.” diye fısıldadı. Yonca’ya her şeyi anlatacaktı fakat o anlatmadan önce böyle bir pozisyonda yakalanmak istemiyordu. 

“Allah Allah… Nerede bu adam?” diye söylenen kadın tuvalete giriş yapmıştı. Gamze, kollarını birbirine bağlayıp bükülmüş kaşlarıyla Ersan’ı seyrederken tepkilerini ölçmeye çalışıyordu. Dudakları somurtkanlığını korurken, karşısındaki adamın derin nefesler alarak dışarıyı dinlemesini izledi. Yonca öğrenecek diye nasıl da korkuyordu. Asıl korkusu Yonca’yı kaybetmekti belki de. Gamze’nin aksine, Yonca’yı kaybetmek Ersan’ı yerle bir edecekti. Gamze tırnağının ucu kadar umurunda değilken, Yonca bütün alıcılarını harekete geçiren tek kadındı. Bunu bile bile neden hala onu sevmeye devam ederek kendine işkence ediyordu ki? En büyük düşmanını, yine kendisi yapıyordu. Başkasının onu mutsuz etmesine izin vermezken, kendi kendine acı çektirmeyi müstahak görüyordu.

Musluk açıldığında Ersan Gamze’ye bakmaktan özellikle kaçınıyordu. Çünkü Gamze’nin gözü ondaydı ve bu yeterince rahatsız ediciydi. Göz göze geldiklerinde işi daha da zorlaşacaktı. Onu seven kadınla bir tuvalet kabinindeydi ve nişanlısı da tuvalette ellerini yıkıyordu. Ne harika bir tablo!

“Arasam mı acaba? Ne diye gitti sanki o kadının peşinden? Beş para etmez bir tip…”

Yonca farkında olmaksızın Gamze’yi yerin dibine sokacak cümleler kurarken Ersan telaşla telefonunu ceketinin cebinden çıkardı. Derhal telefonu sessize alırken Gamze’nin ters ters duvara baktığını görünce durakladı. “Ne oldu?” dercesine başını iki yana salladı fakat Gamze ona da düşmanca bir bakışla cevap vermişti. “Hala soruyor ya…” dedi içinden. “Hala soruyor! Ne olabilir acaba? Senin şu beyinden noksan, akıldan kıt, güzellikten nasibini almamış nişanlın asabımı bozdu. Benim hakkımda atıp tutmaya devam ederse, o yapraklarını koparıp eline vereceğim.” diyemedi tabi ki.

Ersan’ın birkaç dakika titreyen telefonu nihayet kapandığında genç adam mesaj bölümüne girdi. Gamze çaktırmadan ekranı görmeye çalıştığında, Yonca’ya mesaj yazdığını görmesiyle daha da gücense de yine bir şey diyemedi. Ama yazdığını okumaktan da geri durmadı.

-“Kusura bakma.  Acil bir işim çıkınca sana haber vermeden gitmem gerekti.”

En azından samimiyet sözcüğü kullanmamıştı. Gamze bununla birkaç gün idare edebilirdi.

-“Peki. Ben de gidiyorum o zaman. Kadını bulabildin mi bari?”

Gamze dayanamayarak açtı ağzını yumdu gözünü. “Evet canım. Buldu! Hatta inkar etse de onu öptü! Hala da onun yanında.” Fısıltısını Ersan’ın duymaması imkansızdı fakat genç adam Yonca’nın duyacağından şüphelenip avucuyla Gamze’nin ağzını kapattı. Bu kadın delinin tekiydi!

Tuvaletin kapısının kapanma sesiyle elini Gamze’nin dudaklarından ayırdığında, onu şoka uğrattığını fark etmişti. Gamze’yi heyecandırabildiği için inanılmaz bir haz duyuyordu.  “Gitti.” derken sırıtmamak için kendini zorladı. Gamze’nin üzerindeki etkisi düşündüğünden de büyüktü.

“Sonunda!” diyen Gamze ise halinden Ersan kadar memnun değildi. Adamı tüm gücüyle kenara iterek kapıyı açtığında harcadığı efor nefesine yansımıştı. Kabinden dışarı adımını atar atmaz yaşlı bir kadınla karşı karşıya kalınca ödü koptu. Kadının gözlükle çevrelenmiş gözleri Gamze’deydi. Sarı saçları ve makyajlı yüzüyle tam bir kokonaydı. Gamze’nin arkasından sırıtarak çıkan Ersan genç kadına bir şey diyecek gibi oldu. Yaşı kadın kabinden çıkan adamla hayatının şokunu yaşamış gibi gözlerini büyütürken Gamze bir yanlış anlaşılmanın kurbanı olduğunu anlayıp dudaklarını birbirine bastırdı.

“Eve gitmeyi bekleyemediniz mi?” diyen kadının ayıplayan tavrı Gamze’yi kırpkırmızı ederken Ersan’ın sırıtışı garip bir şekil almıştı. Kadına kaş çatarak, anlamadığını belli edercesine bakarken gözleri hafifçe kısılmıştı.

Gamze, kadına yanlış anladığını izah etme gayretiyle “Hanımefendi siz…” diyerek ağzını açtığında kadın elini havaya kaldırıp onu susturdu. “Utanma canım. Yeni evlisiniz belli ki. Ama böyle şeyleri toplu alanlarda değil, evinizde yapın.”

Ersan neyle itham edildiklerini geç de olsa kavradığında araya grime ihtiyacı hissetti. “Bakın, biz evli de…”

“Tamam! Sizi görmedim. Hadi, gidin.” diyerek onun da konuşmasına fırsat tanımadı kadın. Eliyle “kış kış” yaptığında oradan bir an evvel gitmeleri gerektiğini bilecek kadar aklı başındalardı. Gamze önden hızlı hızlı yürürken Ersan kadına ters bir bakış atıp bozuk bir suratla Gamze’nin peşinden gitti. Sonunda tuvalet sınırlarından çıktıklarında Ersan öfkeyle söylendi. “Çattık…”

Kadın resmen seviştiklerini ima etmişti ve Ersan hiçbir şey diyememişti. Sinirden kuduruyordu adeta. Gamze’ye o manada dokunduğu tek gece vardı ve o geceyi de hatırlamıyordu. Tekrar yaşamak istemesi yaşayacağı anlamına gelmiyordu. Gamze mayınlı araziydi, Ersan o araziye bilinçli olarak adım atarsa intihar etmiş sayılırdı. 

Gamze'nin o yokmuş gibi kendi yoluna gitmeye yeltenmesi Ersan için son raddeydi. Gamze bunca şeyden sonra elini kolunu sallayarak gidebileceğini sanıyorsa, yanılıyordu. “Nereye gidiyorsun?” diye seslendi genç kadına. Bu kadarıyla onu durdurabileceğine inanıyordu ancak Gamze durmadı. Yürümeye devam ederken başındaki peruğu çıkardı. Topuz yaptığı kumral saçları meydana çıktığında Ersan sıkı bir nefes aldı. İşte görmek istediği Gamze buydu!

“Gamze! Nereye, dedim!” diye ardından bağırdığında Gamze ona dönüp boş boş baktıktan sonra elindeki peruğu kenardaki çöp kutusuna fırlatırcasına attı. O kadının dedikleri hep bir hayal olarak kalacaktı. Gamze bitik bir kadındı! Mantığını yitiren, sonu belli, aciz bir kadın… Vaz mı geçmeliydi ondan? Unutmalı mıydı? Girişi olan ama gelişmesi olmayan hikayesine son noktayı koyup yarım mı bırakmalıydı? Mutlu olmak bu kadar zor olmamalıydı. Belki de mutluluk çok yakındaydı ama Gamze onu yakalayamıyordu. Ucundan tutabilse, kendine çekebilse onu… Ersan’sızken ne mutluydu… Ama onun tadını bir defa aldıktan sonra bağımlısı olup çıkmıştı. Artık onsuz olmazdı.

Başını yere eğdi. Çantasını iki eliyle önünde tutuyordu. “Sana ve Yonca’ya zarar verdiğim için özür dilerim.” Bir bilinmezin içinde yalnız kalmıştı Gamze. Kimseye anlatmaya kıyamadığı aşkı Ersan kalbinde çığ olup yuvarlanmıştı. Gamze’yi mahvetmişti ama sesini çıkarmıyordu genç kadın. Herkes onun hakkında bir şeyler biliyordu ama hiçbiri Gamze’yi her şeyiyle tanımıyordu. Herkes tanıdıktı ama herkes yabancıydı da. Koca dünyada bir Gamze vardı.  Kalabalığın ortasında, en çok korktuğu yalnızlığı dibine kadar hissediyordu. “Seni sevdiğim için de özür dilerim.”

Ve gitti Gamze. Kendini dinlemeye... Ersan ise gidenin ardından yapılacak tek şeyi yaptı. Kaldı. Öyle bir kalıştı ki, ayakları sabit dururken kalbi kadını takip etti.



**


“İşe yaramadı. Ersan bizi epey zorladı.” Engin salonda volta atarken Betül başını ellerinin arasına alıp düşünmeye çalıştı. Metehan karısının sırtını sıvazlarken Engin’i dinliyordu. Onun bu iş için neden bu kadar çırpındığını anlayamıyordu ama takdir ediyordu. Bir zamanlar Gamze’den hoşlandığını Metehan da biliyordu. Şimdiyse Gamze ve Ersan’ı bir araya getirme planları yapıyordu.

“Dediğim gibi, Ersan’la konuştum. O da çok şaşkın. Hala Gamze’nin ona aşık olduğuna inanamıyor.”

Engin durup Metehan’a baktı. “İnanmadığı için susmuş olamaz. Planımızı anladı ve akıllılık yaptı.”

“Arkadaşımla övünmek istemem ama çok zekidir.”

“O kadar zeki ki gözünün önündekini görememiş.” dedi Engin alayla. Betül saçlarını savurarak başını kaldırdı ve ikiliyi susturdu. Esas konudan sapmak üzerelerdi. Yaptıkları plan yarı yarıya iş görmüştü fakat Ersan konusu hala muallaktı.

“Hey! Kendinize gelin! Madem bu çöpçatanlığa bulaştık, sonunu getirmeden bırakmayacağız.” diyerek Metehan ve Engin’le beraber kendisini de şevklendirdi. Ancak Engin, orada bulunmayan Ersan’a sataşmadan duramıyordu. “Gamze gibi şahane bir kadını ancak Ersan gibi aptal bir adam reddedebilir.”

Betül gözlerini devirirken Metehan bacak bacak üstüne atarak arkadaşını savunma girişiminde bile bulunmadı. Engin’i haklı çıkaran pek çok gerekçe mevcuttu. 

“Ersan’ın Gamze’yi unutmadığına adım kadar eminim.” dedi Betül. Ellerini önünde birleştirip parmaklarını birbirine kenetledi.

“Keza Gamze için de bu durum geçerli.” diyerek karısının sözlerini tamamladı Metehan. Betül, kocasına gülümseyerek uzaktan bir öpücük atarken Engin gözlerini baydı. İki dakikada konudan sapabiliyorlardı. “Bence gerisini onlara bırakalım.” dedi Metehan karısını kendine çekerken. Şu anki tek isteği Engin’i bir an önce postalayıp Betül’le yalnız kalmaktı. “Bizim yapabileceğimiz bir şey kalmadı.”

Engin eliyle çenesini ovup, kafasında mini bir durum değerlendirmesi yaptı. Gamze’yi içten bir şekilde gülerken görmek istiyordu. Gözyaşlarıyla ıslanan yüzüne gazmzeler saçılsın, yıllar yılı arzuladığı mutluluğa kavuşsun istiyordu. “Aslında benim aklımda bir şey var ama…” diye mırıldanırken dalgınca duvara bakıyordu. O gece görmüştü Engin. Ersan’ın Gamze’yi nasıl sardığına kendi gözleriyle şahit olmuştu. Gamze’den yana zaten şüphesi yoktu. Ersan’ın inadını parçalayacak, gururunu liğme liğme edecekti. Esasında bunu Gamze yapmış olacaktı. Plan basitti. Gamze Ersan’ı habersizce ikna ederken, Ersan da Gamze’ye inanarak onu mutlu edecekti.

YENİDENWhere stories live. Discover now