Rotasını kaybeden bir gemi gibi avare hissediyorum. Denizin esip gürlediği, esen rüzgar beni yerle yeksan etmek istiyor ama ben buna rağmen direniyordum. Belkide, yenileneleceğimi bile bile direniyordum. Deniz durmak nedir bilmiyor, gizli silah gibi dalgalarını hevesle sallıyordu.
Direniyordum.
Hayata karşı her zaman direnmiş ve direnmeye devam ediyordum. Hayat, sana bir veriyorsa bin alıyordu. Ya da bir kapıyı açıyorsa diğer kapıyı kapatıyordu. Bazen, dilemediğiz, hiç beklemediğimiz şeylere maruz kalıyorduk. Ve kalmaya devam ediyorduk.
Yaşamı anlamıyordum...
Dalgaların kıyıya sertçe vurması gibi hayat çoğu zaman çok sert davranabiliyordu.
Son zamanlarda, hiç beklemediğim şeyler yaşıyordum. Şaşkınlığım, bu aralar üzerimde taht kurmuştu. Beni bırakmak nedir bilmiyordu.
Yokuş aşağıya doğru giden dümdüz hayatımın karşısına koca bir taş çıkmıştı. Şu sıralar o taşa takılmış, hayatımın üzerinden almaya çalışıyordum.
Ne kadar becereceğim meçhuldu.
Önüme döndüm.
Kış ayındaymışım gibi hissettirin bakışlarından kendimi çekip aldım. Zehirliydi o, o yüzden ona bakmamalı ve düşünmemeliydim.
Garsonun önüme bıraktığı makarnaya kısa bir göz gezdirdim. İştah açıcı duruyor, beni yemelisin diye bağırıyordu. Dili olsada yemeğin böyle bağıracağına adım kadar emindim!
Cihan beyin gözlerinin içine bakıp, yemeğe hitaben konuştum. "Çok güzel görünmüyor mu?"
"Evet. Haydi başlayalım. Afiyet olsun."
Gözlerime ulaşamayan bir tebessüm yolladım. "Afiyet olsun."
Makarnaya çatal daldırıp ilk lokmayı dudaklarımın arasına götürdüm. Lokmayı güzelce çiğneyip mideme yolladım. Cihan beye baktığımda, yemeği yedikçe sürat ifadesinin keyifle değiştiğini gördüm. "O kadar çok mu seviyorsunuz?"
Cihan bey lokmasını yuttu. "Evet o kadar çok seviyorum."
Başımı anlayışla sallayıp, yemeğimi yemeye devam ettim üstün bir çabayla.
Zehirli yere bakmamalıydım.
Hayır bakmamalıydım.
Öyle de yaptım.
Bakmadım.
Ama çok kısa bir süre sürdü.
"Üniversitede Türk dili ve edebiyat fakültesini okumayı çok istedim. "
Cihan beyin birden açtığı konuyla dikkatimi ona vermeye çalıştım. Kafamı dağıtmalıydım. Başka şeylerle meşgul olmalı, istediğim şeyi yapmamalıydım.
İyi de neden istediğim şeyi yapmamalıydım?
Kesinlikle, bilmiyordum.
Kafam o kadar allak bullaktı ki bir evin içindeki eşyalar gibi kafamın içinde bir dünya ses ve düşünce vardı. Onları göndermeli, yok etmeliydim.
Çatalımı tabağımın kenarına özenle koyup dudaklarımı sildim. Dudaklarımı aralayıp, "İyi de neden okumadınız?" dedim.
Cihan beyin gözleri uzaklara doğru daldı. Eski yıllara gitmiş gibi görünüyordu. Uzun bir süre öylece bomboş baktı...sonra dudaklarının arasından hiçsiz bir şekilde "Nasip olmadı." diyerek kestirip attı. Halbuki gözleri asla öyle bir şey söylemiyordu. Okumadığı bölüm Cihan beyin içinde ukde olarak kalmış gibiydi. Çoğu şeyin içimizde kalması gibi yapamadığımız ama sürekli istediğimiz, aklımızın bir kenarında duran düşünce gibiydi.

YOU ARE READING
VURGUNLAR
General FictionDudaklarını dudaklarımın arasına milimler kalacak kadar mesafe bıraktım. Ayın altında bir yıldız gibi parlayan yüzünü nefesimi üfleyip, dudaklarımı yaladım. Sağ elimi boynuna götürüp onu, kendime iyice çektim. İtiraz etmeden, bana ayak uydurdu. Sağ...