18 Bölüm

180 34 1
                                        

18. Bölüm

"Kaybedilen hiçbir şey sana zarar vermez, yeter ki Allah katındaki itibarını kaybetme."

İyi okumalar.

İnsan hep yukarıya tırmanmak istiyor, bir ümit bir şeylerin değişeceğine olan inancıyla, gerek yaşama sevinciyle tırmanmak istiyor, fakat bir zaman geçiyor ki tırmandıkça hiçbir şey değişmediğini görüyor ve hayatın yokuştan ibaret olduğunu anlıyor.

Hayatın yokuştan ibaret olduğunu anlamıştım.

Ve

Artık,

Hayatın yokuştan ibaret olduğunu biliyordum.

Her yukarıya tırmandığımda bir çareydim. Öğreniyor, görüyor ve hissediyorum ama ne âlâ. Ne âlâ! Kabulleniş geliyordu. Kendi kendime hayat bu işte deyip duruyordum.  Hayat buydu. Gerçekten hayat buydu. Herkesin yaşaması gereken belli acılar ve yaşanmışklar vardı. Ki ne kadar tecrübeli olursak olalım. Yaşamamız lazımdı.

Küçükken mutlu aile tabloda olduğumuz zamanın bir elin parmağını geçmezdi. Ömrü hayatımda unutmadığım ve unutmayacağım çok neşeli, keyifli bir aile tablosunu hatırlıyordum.

Bir kış gününü hatırlıyordum, şöyleydi; annem, babam Ezgi, Suzan ve ben vardık. O zamanlar Suzan'ın çok mutlu olduğunu hatırlıyorum. Bir yılbaşı gününde, babam bu yılbaşını kimseyle kutlamak istendiğini sadece biz ailesinin yanında olmak istediğini belirtmişti, annem bizi şaşırtacak şekilde kabul etmişti. Normalde annem her yılbaşından arkadaşlarıyla yurtdışında kutlardı. O yılbaşında çiftliğe gitmiştik, bizden başka tek bir Allah'ın kulu yoktu. Yanımızda ne  bakıcılar, Ne yardımcılar ne de vardı. Dediğim gibi tek bir Allah'ın kulu yoktu. Babam arabayı sürmüş, yolcu koltuğuna annem oturmuş hemen arkaya biz üç kardeş oturmuştuk. Annem ve babam büyük bir sevinçle türkü söylüyor bazen biz de katılıyorduk. Türküyü bilmediğimiz için arayla mırıldanma dökülüyordu dudaklarımızdan.

Evlerinin önü kahve dibeği
Dibeğe vurdukça oynar yüreği
Ne sen gelin oldum ne ben güveyi
Cumbullu cumbullu aslanım aslan

Babamın en sevdiği türkü annemin dudaklarından dökülüyordu bilhassa annem türkü pek sevmezdi ama babam izin söylüyordu. Ah yüreğim sızladı. O zamanda çok sızlamıştı ama daha çok mutlulukla sızlamıştı.
Annem ve babam büyük bir sevinçle, güneşin altında gülümsüyorlar ve yemek yapıyorlardı. Ben kardeşim ve ablam onların peşinden çocuksu bir heyecanla tır tır koşuyor yardım ediyorduk. Ah, o zamanı deli gibi hatırlıyordum. Titredim. Yemeklerimizi yedikten sonra ve Suzan'ın huzur içinde piyano çalması gözlerimin önündeydi. Annem, babam ve Ezgi'nin alkışları dün gibi aklımda, gözlerindeki gurur verici ifade gözlerimin önündeydi hâlâ. Annemin Piyano sonrası gelip bizi öpmesi ve gurur verici şeyler söylemesi...o gün boyunca sürekli gülümsemesi...babama sürekli aşkla bakması gibi...işte her şey eskide kalmıştı.  Acıyla eskiden Piyano çaldığım gibi diye düşündüm. Piyano çalmayı en çok Suzan'la seviyordum. O çalmaya ara verdikten sonra ben de ara vermiştim. Piyano odasının kapısına mühür vurmuş daha girmemiştim. Deli gibi çocuksu bir heyecanla o güne dönmek istiyor, Suzan'la gülümseyerek piyano çalmak istiyordum.

Çocukluğumu özlediğim fark ettim. O zamanlardaki gibi saf, masum olmak ve hiçbir şey bilmek istemiyordum.

Biliyorsunuz işte bilmek ne kadar acıtıyor.

VURGUNLARDonde viven las historias. Descúbrelo ahora