11. Bölüm

386 139 42
                                        

11. Bölüm.

Bölümü yazmaya başlamadan önce çok sevdiğim Şükrü Erbaş'ın Ömür hanımla güz konuşmasından küçük bir alıntı yapmak istiyorum.

Sözü yasaklamalı Ömür hanım yasaklamalı... Kimsenin kimseyi anlamadığı bir dünyada söz boşluğu dövmekten başka ne işe yarıyor ki? Olanağı olsa da insanların yürekleri konuşabilseydi dilleri yerine, her şey daha yalansız, daha içten olurdu. Aklı silmeli diyorum insan ilişkilerinden. Yanılıyor muyum? Olsun. Yanıldığımı biliyorum ya...

Ve hayatın sürprizleri hiç bitmiyordu. Ama ben her şeyi bitirmek istiyordum. Onun yerine, uçurumun kenarına oturmak ve güneşin doğuşunu, batışını izlemek isterdim. Yüreğimde hiçbir ağırlık olmasın, ne keder ne üzüntü ne mutluluk. Ben öylece oraya oturayım ve güneşi izlerken kedersizce ayaklarımı ileriye geriye sallayayım. Rüzgâr saçlarımı dağıtsın ben sakince düzelteyim. Evet tek istediğim buydu. Günden güne yaşadıklarım beni iyiden iyiye çıkmazsa sokuyordu. Yolun sonunu göremiyordum.

Ben yolun sonunu göremiyordum.

Ama şu an her şeyden daha önemli bir sorunum vardı...

Benim

Burada

Ne

İşim

Vardı?

Buz gibi suyu yüzüme çarpılmış gibi irkildim. Derin bir nefes alıp belli belirsiz yutkunup içimden aman Allah'ım diye geçirdim.

Sezgin'e uyduruk bir yalan atmak istemiyordum ama başka çarem yoktu. Ya da var mıydı?

Ne yapacağımı bilmiyordum.

Gözlerimi kısıp etrafa göz gezdirdim. Sezgin'e bakmak istemiyordum. Ona baktıkça sıcaklıyor ve aldığım nefes boğazımı yakıyordu. Yetmezmiş gibi ona baktıkça mantıklı yalan düşünemiyordum. Tekrardan göz teması kurdum. Gözleri üzerimdeydi. Kaşları çattıktı. Ne o konuşuyor ne ben konuşuyordum.

"Konuşmayı düşünüyor musun?" Diye sakince sordu. Ama ben konuşmaya pekte meyilli değildim. Çünkü Sezgin'e ne söylemem gerektiğini bilmiyordum. Bulunduğum konum dolayısıyla şaşkın ve yetersizdim. Her şeye bir cevabı olan ben, hiçbiri şeyde sessiz kalamayan ben... Sezgin'in karşısından diyecek bir şey bulamıyordum. Ona uyduruk bir yalan attıp buradan toz olabilirdim ama bunu yapmak istemiyordum. Daha doğrusu hiçbir şey yapmıyordum ama acilen bir şey yapmam lazımdı. Kafamdaki tilkiler sinsice dolaştı. Ve bana fısıldadı. İşte bu dedim.

Sonunda dediğini duyar gibiyim iç sesim...

Kafam tilkiler sinsice dolanmaya devam ederken elimi hafifçe başıma götürdüm. Evet ampül yanmaya başladı. En mantıklısı bu diye düşündüm. Yapacağım şeyden çok utanıyordum ama başka çarem yoktu. Hadi kızım diyerek iç sesim bana güzelce gaz verdi. Ben de iç sesimi dinlemeye dünden razı olduğum için hemen dinledim. Yapacağım şeyi sorgulamaya vaktim yoktu. Eğer ki üstüne düşseydim hiçte mantıklı olmadığını anlardım.

"Ben galiba." Diye fısıldadım. Gözlerimi karanlığa teslim etmeden önce kendimi yere bıraktım.

"Tanem!"

Telaşla bana doğru koşmuş ve beni tutmuştu. Yere çakılmadım. Onu sıcacık kollarına çakıldım. Evet kolları arasındaydım. Bu hissin tarif edemeyeceğim kadar güzel olduğunu fark ettim. Kendimi denizin serin sularına bırakmıştım. Öyle güzel ve öyle rehavet dolu hissediyordum ki hissettiğimi tarif edemeyecek kadar iyiydim. Sezgin beni kucağına aldı. Sıcacık bağrıylaydım. Alışık olduğum kokusunu belli etmeden ciğerlerime depoladım. Kanatlarımdan kanlar süzülmeye son verdi. Kan ve revan değildim. İyi ve huzurluydum. Bir kuş olmuş gökyüzüne doğru gidiyordum.

VURGUNLARWhere stories live. Discover now