Bölüm 6≈

310 38 86
                                    


   Telefonu ile konuşan meleğimi izliyordum. Ne konuştuğunu az çok anladığım dudak hareketleri ile, daha dikkatli bakıyordum dudaklarına. Kaşlarını çatarak elini ağzı üstüne kapadığında; kaşlarını bana değil, telefona çattığını çok iyi biliyordum. Yine ne demişlerdi benim acizliğim hakkında da sinirlenmişti, meleğim?

 Derin ve sert bir nefes alarak oturduğum yerden büyük bir hızla kalkmış ve elindeki telefonu alarak kapatmıştım. Dayanamayıp bir şeyler yapacağımı elbet biliyordu. Sinirli suratıma az olan şaşkınlığı ile baktı. Sonra dinlediği şeylerin ağırlığına rağmen, kocaman gülümseyerek yanaklarıma asıldı. Yanaklarıma bıraktığı öpücükler yavaş yavaştan ziyade alev alan bir samanlık gibi hızlıca sinirimi silip süpürmüş ve o alevin içine atmıştı. 

 Kahkaha atıyorduk, ikizmiz de... 

 Kalplerimiz hızlanıyordu, ikimizin de...

 Ve ben yine, yine...ölüp bitiyordum. Hem gülüşüne, hem de duyamadığım her bir sesine...

 Hırsla aldığı nefesler ciğerini şişiriyodu. Sevdiğinin nefes sesini bile duyamamak... Bazen gözler yetmezdi ya hani, yetmezdi ya gerçekliğine inanmaya... Ben nasıl inanacaktım; koca bir okyanusun benim küçük damlalarımı sevdiğini? 

 Nefesleri sonuç vermiş ve ben onu gülerek izlerken sonunda bacaklarını belime dolamıştı. Sırf bu 'kırmızı' ve bezmiş, tatlı suratını görmek için onu sinir etmek...şeker tadı bırakıyordu ağzımda.

 Mutfağımıza girdiğimde -bu sefer benim hazırlayacağım yemek ile- onu tezgâha oturtmuştum. Ayaklarını sallayarak kocaman gülümsüyordu. Gülümsedim ve ellerim ile neden telefonda sinirlendiğini sordum. Yutkundu. Alayla gülerek, sıktığım dişlerim ile daha sert çarptım yumurtayı. Sinirim, kendimeydi.  Lanet olsun ki, biliyordum. Hiç bir zerremin ona layık olmadığını en incesine kadar biliyordum. Bu yüzden sinirliydim. Yalnızca ölsem ve olmasam ne olurdu ki...?

 Yalnızca ölsem ve olmasam...ne olurdu ki...

 Arkadan sarılan beden ile derin bir nefes verdim. Böyle gereksiz, aciz biriydim işte... Onu yaptığım en ufak şeyde bile üzüyordum. Gözlerim dolduğunda kendimi tutmuş ve çırptığım yumurtaya bakmıştım. Köpürmüştü, oldukça fazla... 

 "Sevgilim... Bırak da ben yapayım, hm? Lütfen..." 

Yoongi'min ellerine bakmış ve bir süre takılı kalmıştım. Dalmıştım sadece. Yine acizdim, yine... 

Kafamı salladım, yavaşça...

 "Yukarıda olacağım, meleğim."

 Kısaca bilgilendirdiğimde bana öyle derin bakmıştı ki, yine gözlerim dolacak gibi olmuştu. Hızla kaçırdığım gözlerim ile merdivenlere doğru yürüdüm. Hızlı çıkmış; yavaş girmiştim odaya. Hemen kapının yanına çöktüğümde gözlerim yine dalmıştı ve damlalarım yerini bulmuştu. 

  /                        /                       /

 "Jung Hoseok!" diye bağıran sesi elbet duymuştu. Elleri titriyordu. Yine olacaktı, işte. 

"Hayır, hayır, hayır..." 

Sayıklayarak ileri geri hareket ettiğinde, kolundan sertçe çekilmiş ve yatağına fırlatılmıştı. Hıçkırarak ağlıyordu. Daha beş yaşındaydı. Yetmemiş miydi, bu yaşadıkları? 

"Sana kaçmayacaksın, saklanmayacaksın, itaat edeceksin demedim mi, Jung Hoseok! Cevap ver, bana!"

Yanağında ki acı ile nefesi kesilmişti küçük bedenin. Annesi neredeydi? 

"Neredesin, anne...?" 

Sesi sedası kesilmişti küçüğün. Boşluğa bakıyor ve öylece ileri geri sallanıyordu. İnsan denmeyi bile hak etmeyen varlıksa; elbet duymuştu, bu küçük fısılıtıyı.

"Senin annen öldü, anladın mı?! Senin anneni ben öldürdüm, bu bıçakla öldürdüm onu. Seni sevdiğini söyleyişlerini dinleyerek öldürdüm onu. Annen. Senin. Yüzünden. Öldü. Jung. Hoseok!" 

Çığlık atmaya başlayan beden ile o varlık sertçe vurmuştu, yüklerini zar zor kaldıran hatta kaldıramayan omuzlarının üstündeki kafasına elindeki bıçağın arkası ile. Kafasına aldığı darbe ve ardından sertçe vurduğu sivri komodin köşesi ile gözleri arkaya kaymış ve baygınlık anına geçmişti.

/                       /                        /

 Saçlarımı çekerek çığlık atıyordum, şimdi. Dışa vuruşumdu belki de... Ya da içimde yaşayamadıklarım...

 Meleğim eminim gelmişti; ama benim gözlerim onu bile görmüyordu. Ağlıyordum; bilincim açıkken perdeliydi... Çığlıklarım duymasam da yırtıyordu sanki, kulaklarımı. O gece ve öncesi atamadığım tüm çığlıklar şimdi ölü bir bedenden çıkar gibi çıkıyordu.

 Nefes alamaz hâle geldiğim de sadece etrafımda kollar hissediyordum.

 Biricik sevgilim, eminim bağrınıyor ve beni ayıltmaya çalışıyordun. Ama bak aciz bedenim yine yarı da bıraktı seni. Duymazdım ki ben, sen unutsanda... 

 Gözlerimin o geceki gibi olacağını hissediyordum. Kafamın arkasında hissettiğim psikolojik acıyla...hisettiklerim, gerçekte olmuştu.




Merhaba ( ≧Д≦)

Öncelikle güzel yazıp yazmadığımı bilmiyorum. Bu fic ne kadar kurgu olsa da içimden bir şeylerde eminim var. Fark etmediğim ama yazıya döktüğüm çok şey vardır ve olacaktır, eminim.



Huf... Herneyse... Öncelikle 10. Bölüm de final vereceğim ve ayrıca 10. Bölüm ile bağlantılı özel bölüm gelecek.


İyi akşamlar dilemeden önce son bir şey... Yeni bir fice başlayacağım bunu bitirdikten sonra ve reklamını yapmak istemediğim için yayımlamadan haber veriyorum.


İyi geceler... Umarım canınız hiç yanmaz, sarılacak olan kollarım hep sizinle...

🧡💛

Ay Meleği *Sope'Yoonseok'*Where stories live. Discover now