Bölüm 4≈

405 43 30
                                    


 Ellerimiz hâlâ birleşik. Tamamen olmasa bile, mutlulukla zıplaya zıplaya ilerliyor elimi tutarken. Pembe şort eteğinin dalgaları siyah pileli eteğime karışıyor. Öyle güzel gülüyor ki; gülüşünde açan akşamsefaları kalbime konuyor. Öyle kalp acıtan şekilde ağlıyor ki; kalbinde oluşan yaraları ruhuma dikiyor. 

 Derin bakışmalar bazen, bazen de sesi duyulmayan ama çığlık niteliği taşıyan kıkırdamalar... Yavaşça girerken o kafeden içeri, yalnızca; pastalardan daha güzel olan vişne kokusunu çekiyorum içime...  Ciğerlerimde açıyor yeniden vişnenin çiçekleri. Bende ona bu kadar güzel kokuyor muyum ki? O da her an benden gideceğini düşünüyor mu; benim düşündüğüm gibi?

Oturduğumuz masa da bana bakıyor şimdi, kedi dişleri ile... Ah, benim minik meleğim... Nasıl da sarıp sarmalamak istiyorum seni, nasıl da korumak istiyorum; en ücralarını keşfettiğin benliğimden?

 O sıralar kahvaltımız geliyor masaya. Ben onu ondan iyi ezbere izlerken siparişi vermişti bile çoktan. 

 Onun için gülümsüyorum ya yemek yerken, bunu biliyor ya... Kocaman gülüşüyle karşılıyor beni kalbi... 

 Kahvaltımızı ediyoruz. İçinin aksine dışı mutlu. Biliyorum. Bana göstermemeye çalışıyor. Biliyorum. Mutlu görünmek istiyor. Yine ve yine biliyorum. Her zaman beni sevdiğini anlamamı istiyor. Bilmiyor ki en köşelerimde izliyorum; her tarafa vişnelerini bırakan sevgisini. Vişne... Onun kokusu ya, benim burnuma atılmış tek dikiş...

 Yemeğim bitmiş onun küçük lokmalarını izliyordum. Afiyet olsun, mavi meleğim. Sevgimi de sunmak istiyorum sana. Sunabildiğim kadar...

 Göz göze geliyoruz. Dişlerinde kalmış yemek artıkları, günün ilk en samimi kahkahasını atmamı sağlıyor. Gözlerin bu sefer yaşlardan değil kalbinde olan benden dolayı parlıyor. Gözlerine değil kalbine yansıdığım için parlıyor gözlerin.

 Derince gülüşler ve birçok insanın umursamadığımız kötü bakışları. Onların diken gözleri, bizim çiçek gülüşlerimiz...

 Yine ellerimi tutuyor, hesabını ödediğimiz kafeden dışarı çıkarken. Hiç konuşmuyoruz evin önünden beri... Yalnızca ellerimiz birleşik ama ellerimiz birbiri ile konuşuyor değil mi? Örneğin benim elim onun eline, elime bulaştırdığı güzel çiçekler için teşekkür ediyor mu? Sahi ya, neden bana bahşettiği her şeyde minnettarlığım gölge de kalıyor? Neden söylemiyorum O'na; "Seni seviyorum, teşekkür ederim varlığına." diye? Neden benden bir parça olduğunu gösterir gibi bakmıyorum ona...?

 Evimizin önüne gelmiştik. Evimizden dışarıda pek vakit geçirmezdik. Birbizimize yetiyorduk. Her zaman... Evin kapısını ceketimin cebinden aldığı anahtar ile açmıştı. Mükemmelim benim... Şu an rüzgârdan dağılmış saçları ve kırışmış pembe şort eteği ile bile, mükemmelim benim...

 Eve girdikten sonra yavaşça derin bir nefes vererek çıkarmıştı üstündeki örgü kazağı. İkimizin üstünde de farklı beden aynı örgü kazak... Aklıma gelenler ile gülmüştüm.  Bu kazakları yaparken çok eğlenmiştik. Güzel zamanlarımızdı... Şimdinin aksine... 

 Gülüşümü gördüğünde o da gülümsemiş ve kollarım arasına girmişti. Fazla değildi boy farkımız ama küçülmeyi iyi biliyordu. Derin nefesler eşliğinde yaslanmıştı göğsüme. O benim menekşe kokumu çekerken içine, benim içimde yeni ağaçlar büyümüş; o ağaçların çiçekleri açmıştı. 

 Gözlerim doldu. Gözleri doldu. Yine akıttık tüm zehrimizi damla damla, yeni çiçekler yeşerecekmiş gibi fazla fazla kaplerimize. Kalbim oydu... Her göz yaşında daha da boğazımı sıktı; çiçeklerin dikenleri, ağaçların dalları....

 Kafasını kaldırdı yavaşça. Baktı, 'kırmızı' gözler ile gözlerini içine çeken gözlerime. Gülümsemişti. Kırıktı gülüşü. Hüzünlü... Bana bakınca geçeceğini mi düşünüyordu? Ben ancak acı verirdim. Canımın, canını yakardım.

 Dudaklarını bastırdı yumuşakça, zehirlerimin akıp ucunda durduğu dudaklarıma. Pamuklar bile sert kalırdı. Denizler bile... İkimizin dudaklarının dudaklarının kavuşması değildi belki de bu. İki özlem dolu çocuğun bedenlerini birbirine sarması ya da denizini özleyen küçük yaralı balığın sert dalgalar ile buluşması...

 Ayrıldığımızda hâlâ ağlıyordu. Ben ölüyordum. Yine sarkmıştı yüzü. Benden parçalar kopuyordu. Sıkıca sarıldım ve kucağıma aldım minik ay bedenini. Kolları boynumda dolanmış, kalbi kalbimde atıyor.

 Yatağımıza yattığımızda göz altlarıma bıraktığı iki küçük öpücük oralarda nergislerin açmasına nede olmuştu. Nergisleri çok severdim, bilirdi. Kanatlarım -melek olduğumda-  nergislerden olacaktı. 'Kırmızı' denizler olmuştu şimdi suratımdan aşağı. Nergislerim sulanmıştı. 

 Bende öptüm göz altlarını. Ona verecek en iyi çiçeğim kendisiydi. İki tane Yoongi, iki tane ay meleği... Daha bir güzel oldu kendisi ile... 

 Kıyafetlerimizi çıkarmamış eteklerimizin verdiği rahatlıklar ile yatmıştık yatağımıza.  Yatak yine her zamanki gibi benden önce O'nu sarmış beni üşütse de onu ısıtmıştı.

 Gülümsedim. Gözlerini kapattı. Gözlerim doldu. Kulakları tıkandı. Bir yaş süzüldü nergis yaprağının üzerinden. Ay melekleri soldu. Nergislerim güzel kokusunu yaydı. Ve... Kısa sürede onlarda soldular.

 Kurusunu sakladım çiçeklerimin. O benim ona verdiklerimi umursamadan düşürürken. Yine de tüm gülüşlerim sana ay meleğim. Gülüşüm sulayacaksa toprağını; hiç çekinme kes al dudaklarımı.





Merhabaa. Geciktiğim için özür dilerim. Bahanem yok. Sadece okuluma ağırlık vermem gerektiğini bilin.( ≧Д≦)

Bu bölümü kısa sürede kalbim olan Vişne'me ithaf ediyorum. Belki de haberi olmayacaksa bile...


Bu arada ben Whis ( ꈍᴗꈍ)

Ay Meleği *Sope'Yoonseok'*Where stories live. Discover now