Bölüm 9

260 31 49
                                    



 Hastane yemekleri... Ah, asla senin dudakların gibi değiller. Şu an o kadar mızmızlanmak ve kucağına kafamı koymak istiyorum ki, meleğim... Anlayamazsın bu isteğimi. Son sana dokunma fevriliğimi... 

 "Yoongi..." Uzun sürenin ardından adıyla hitap etmiştim ona. Bana öyle bir baktı ki... Parmaklarım bir bir yerinden sökülsün, ellerim bir bir yansın istedim. İstedim ama; bunlar bir süre rafa kalkmış isteklerdi. 

 "E-efendim, yıldız çiçeğim." Yine ellerini kullanmamış ve sadece bana aciz hissettiren, mükemmel dudaklarını hareket ettirmişti. Kekelemesi de bu yüzdendi.

 "Çıkar beni buradan. Yok olalım bir süre. Kısa da olsa; bir süre... Deli olduğumu düşünmediğim birkaç gün geçireyim, delirdiğim ile." Bir süre kararsızca bakmıştı, onun her bir zerresini görmek için acizlikten soyunmuş gözlerime.

 Kararsızdı, çünkü daha kötü olabilme ihtimâlim onu mahvediyordu. Biliyordum, işte. Asla yanılmazdım ki onda...

 Derin bir nefes aldı önce ve ayağa kalktı yavaşça.

"Birtanem... Kalk; üzerini değiştir. Yemeğini ye. Doktorun yanına gidiyorum. Tamam mı?" Yine kullanmıştı işte, dudaklarını. Neden, sevgilim?  Neden...? Hatırla; bana kalbim sökülüyor demiştin eskiniden. Kalbim sökülüyor; nasıl dikeceksin? Nasıl başaracaksın bunu; söken de yakan da sen iken? 

 Odadan çıkarken izliyorum arkasından. Ah, ne de güzel... Ne de güzel benim Ay'ım. 

 Bende ayaklanıyorum onun çıkışının ardından. Üstüme giyiyorum hastane dolabındaki giysilerimi. Yemeğin başına oturuyorum yine. Çok tuzsuz ve tatsız. Rahatsız edici... Aynı benim gibi. Benim, varlığım gibi... 

 Son kaşığımı yavaşça ağzıma götürüyor iken açıyorsun kapıyı. Hoşgeldin, mavi meleğim. Hoşgeldin...

 "Hadi, Seok! Çıkalım. Çabuk ol; zamanımız fazla yok." 

Öpmek istediğim, kalbimin üzerinde görmek istediğim dudakların; neden kalbimi kırıyor? Canım yanıyor, anlasana. Bir bakışın ile beni çözen sen; anla artık beni! Sesimi duy, kurtar beni! 

 Dolu gözlerimi bile görmedin ilk defa, sevgilim. Tanrı biliyordu ya; o yüzdendi bu olanlar belki de... Tanrı verdiği cana kıymet etmeyeni anlardı. Kıymet etmeyecektim, alacaktım o canı.

 Kalktığım yatağa ağır bir miktarda para koymuş ve bana dönüştü. Hızla koluma girmiş ve küçük çantayı omzuna asmıştı; ardından kapıyı açmış ve hızlı iniş için asansöre ilerlemişti. Kolum omuzlarına kaydı yavaşça, kavrayıp kendine çekti o küçük ve cılız bedeni. 

 Gülümsüyor olabilirdim; ama bu sadece sana özel, meleğim. Emin ol; silinirken de bu dünyadan senin için gülümseyeceğim. Bileklerime bakma sakın; sen aktın oralara çünkü. Ölüm sebebimin sen olduğunu düşünürdün o zaman. Bakma, sevgilim.

 Dışarı çıkana kadar kimse fark etmedi bizi. Ne olduysa çıktığımızda oldu. Biz deli gibi koşarken son anda girdik bir ara sokağa ve kahkaha atarak bekledik orada. Gülüşüm soldu yavaşça ve tebessüm kaldı, çok beğendiğin 'kırmızı' kalp dudaklarımda. Bana döndün ve sarıldın yacaşça. Bizim birçok şeyimiz yavaşçaydı; fakat, birbirimizin göğüslerini döven kalplerimiz düşüremezlerdi asla hızlarını. 

 Gülümseyişini tam kalbimde hissediyorum, bebeğim. Onun için atıyor, içinde sen olan akşamsefası bahçesi. Biliyorum... Sen vişnesin, ben de menekşe... Ama ne de çok yakışırdı sana, akşamsefası. Bir akşam vakti; belki kulağının arkası, belki de birleşen iki dudağımızın arası... Ya da yatarken ben ölüm tabutunda, birleşen ellerimizin arası... 

 Ayırırken bedenlerimizi ellerimi kaldırdım yavaşça, "Hadi gidelim"

Ayrılıyoruz oradan. Ne bir güvenlik vardı etrafta, ne de bir görevli... Kimseyi umursamadan birleşik ellerimiz, sallanıyorlar ortamızda yavaşça. O sırada aklıma geliyor, yapmam gereken.

"Meleğim...? Birkaç dakikalığına markete girebilir miyiz; tıraş olacağım ama 'jilete' ihtiyacım var." Böyle saf saf bakıyorsun ya bana; içim gidiyor, içim. Gözlerimin dolmasına müsaade etmeden kafasını sallayışı ile adımlıyorum hızla markete. 

İki tane tek bıçaklı jilete bakıyorum. Meleğim, anlamamış gibi... Normalde çift bıçaktan başka kullanamayan ben; nasıl olurda iki tane tek bıçak alırdım(!). 

 Hiç konuşmamış ve kasaya ilerlemiştik. Cüzdanımdan çıkardığım 400 wonu kasiyere uzatıyorum, üstünü vermek istediğinde ise kabul etmeden yürüyorum dışarı. Meleğim kuşkunlanmaya başlıyor. Para üstünü bahşiş niyetine mi bırakmıştım ben(!). 

Bu sefer ellerimi tutmadan kolları göğsünde kavuşuk bir şekilde ilerliyor. Kırık bir şekilde sırıtıyorum yavaşça. Saatler var sevgilim, saatler var.

 Eve ulaşıyoruz, yavaş yürümemizin ardından. Onunla daha fazla zaman geçirmek için, daha fazla yorulmaya değer. Anahtarlar yine cebimden alınıyor ve dağılmış saçların eşliğinde açılıyor. Saçları çok çabuk dağılır benim mavi meleğimin. 

Ceketini hızla çıkarıyor, benimki gibi. Hızlı adımlar ile mutfağa ilerliyor ve oflayarak dönüyor geri. 

"Akşam yemeği için markete gitmem gerek. Hastaneden döndün; seni biraz beslemeliyim, sanırım...?" Hiçbir şey olmamış gibi... Dudakların hareket ediyor. Tanrım... Neden gözlerimi değilde kulaklarımı aldın benden? Onun sesini bir kez olsun duymak için kör olmaya hazırım ben. 

  "O zaman, bebeğim; sen hızlıca markete git ve bize ihtiyacımız olan şeyi al. Ben de... Banyoda olacağım ve senin için güzelleşeceğim." Göz kırparak bitirdiğim cümleden sonra kızaran yanakları ile kıkırdamıştı. Yine... Yine aciz kalmıştı kulaklarım, bu kutsamadan. 

 Kafa sallayarak ceketini alıp giymiş; ardından da evden çıkmıştı bana öpücük atarken. Gözlerim dolarken gülümsedim. Gülümsedim. Gülümsedim. Gülümsedim.

 Yavaşça girdim küvetli banyomuza. Önce yüzüme su çarptım sertçe sonra hafif nemli küvete oturdum. Gülümseyerek baktım, haftalar önce koyduğum turuncu zarfa. Klozetin hemen arkasında olan zarfı aldım ve gögsüme koydum. 

Gülümsedim. Gülümsedim. Gülümsedim. 

 Plastiğini kırıp çıkardığım jiletlere baktım. Yan yana koydum. Sıkıca tuttum ve gülümseyen suratımdan akan bir damla göz yaşı ile bastırdım bileklerime. 

Acıdı. Acıdı. Acıdı.

Gülümsedim. Gülümsedim. Gülümsedim. 

Canım daha fazla yanarken birçok kere daha bastırdım bileğime jileti. Kalbim de yanıyor. 

^

Gözleri kapanmıştı yavaşça, Güneş Damlası'nın. Suratı göz yaşı, boş küvet onun kanı doldu yavaşça.

 Anahtarı eline alıp kapıyı kapatan Ay Meleği ise kalbini tutarak yere kalçasının üstüne düştü, yavaşça. 

 Yavaştı, onların birçok şeyi. Yavaş...




Merhabaa... İyi akşamlar öncelikle. Geç saatte yazdım; yanlışlarım varsa affedin, lütfen.

Final bölümünü kısa sürede yayınlayacağım.

Ve, ve, ve bu bölüm ficin en uzjn bölümü.

Herneyse... KENDİNİZE İYİ BAKIN.(≧▽≦)


Ay Meleği *Sope'Yoonseok'*Where stories live. Discover now