on1y

100 9 26
                                    

Pazarı pazartesiye bağlayan gece, tüm yurt beş yüzüncü uykusundayken sadece iki kişi uyanıktı; o ve ben. "Seni de mi uyku tutmadı?" diye sorduğumda başını sallamıştı. Ses çıkarmamaya özen göstererek içeri adımlayıp yere uzandım.

Hanbin birkaç saniye etrafa bakınmış, yapacak daha iyi bir şeyi olmadığına kanaat getirdiğinde yanıma uzanmayı seçmişti. "Haftasonları..." Bedenini bana döndürüp söze girdiğinde bakışlarımı tavandan çektim. "Nereye kayboluyorsun?"

"Çalışıyorum." Parmaklarımı çıtlatırken cevapladım. "Çalışıyor musun?" Şaşırmıştı. Bunu normal karşıladım, sonuçta benim yaşımdaki hiçbir kimsesiz çocuk çalışmazdı. Devlet himayesi altındaydık. Kanunen yetişkin olana dek işe ihtiyacımız olmazdı. "Evet."

"Neden?" Bu ses tonunu artık tanıyordum. 'Seninle ilgilenmiyorum, sadece sıkıldım.' ses tonu. "Para biriktirmem gerekiyor. Buradan çıktığımda çulsuz olursam açlıktan ölürüm."

Anlayışla başını salladığında gözlerimi devirdim. Her zaman bunu yapıyordu, cevap vermek yerine başını sallayarak geçiştiriyordu beni. Şu hareketi yaptığı her seferde kafasına bir tane geçiresim geliyordu. Kıyabilseydim, vururdum belki bir kerecik. Ama yapamadım hiç.

"Nerede çalışıyorsun?" Normalde sorularla bunaltan taraf hep ben olurdum ama bu gece rolüme o bürünmüştü. Bundandır ki afallamıştım, (yüzümde nasıl bir ifade varsa artık) gözlerini bana çevirdiğinde mahçup gülümsemesiyle süslemişti çehresini. "Üzgünüm, sınırı aştım sanırım."

"Hayır," diye çıkıştım. "Sadece ilk kez bu kadar soru sordun. Normalde konuştuklarımı da ağzıma tıkarsın, o yüzden şaşırdım."

"Böyle deyince... Suçlu hissettim." Gözlerimi onunkilerle buluşturdum. Ciddiydi. Onunla alakalı en sevdiğim şey buydu. İçindeki her şey, bir çift gözünden akar giderdi. "Buna gerek yok."

Derin bir iç çekip eliyle sol tarafını gösterdi. "Burasının," dedi ve gözlerime dikti gözlerini. "Gereklilik tartma gibi bir huyu yok." Haklıydı, yoktu. "Şikayetçi misin?" diye sorduğumda yeniden sırt üstü yatmıştı.

"Bilmem, aksini tecrübe etmedim sonuçta."

"Bazen haklılığın karşısında dilim tutuluyor." Saçlarımı geriye atarken konuştum. Nedense bu gece daha rahattım, hem ona hem de hayata karşı. İçinde bulunduğumuz atmosferdendi belki de. Işıklar güzeldi, sessizlik güzeldi, içinde bulunduğumuz karanlık güzeldi... En önemlisi de, yanımdaki güzeldi.

Ona karşı ne hissettiğimi, onu hayatımda nereye koyduğumu halen anlayamamıştım ama olsundu. Her şeyi anlamak zorunda değildik, bazı şeyler anlaşılmamak için vardı. O yüzden kendimi bırakmaya karar vermiştim. Bildiğim tek bir şey vardı ki onu hayatımda istiyordum ve ona göre davranacaktım.

"Annem," dediğinde gözlerimiz tekrar buluştu. Bana annesini mi anlatacaktı? "Her gece benim için tek bir dilek dilerdi. Geceler değişirdi ama onun isteği değişmezdi."

Çekinerek "Neydi?" diye sordum. Deli gibi merak ediyordum ama üstüne gitmek de istemiyordum. Buraya geleli birkaç ay olmuştu ve benimle sohbet etmenin bile onun için çok zor olduğunu anlayabiliyordum. "Hayatımın iyi insanlarla dolması."

"Annen ince biriymiş." Gülümsedim. O da gülümsedi. Karanlıkta görmeyeceğimi düşünerek yapmıştı belki de ama görmüştüm, o manzarayı gözlerimi kaybetsem bile görürdüm. "Şimdi o yok ama dileğinin gerçekleşmeye başladığını hissediyorum." Bir elini bana doğru uzatmış, gözümün önünde duran perçemimi nazikçe kenara çekmişti. "Boşluğu doldurduğun için, bunu denediğin için teşekkür ederim. Annemin dileğini gerçekleştirdin, Dia."

O ana kadar Hanbin'in beni hayatına kabul ettiğini bile bilmiyordum. Kafam karışmıştı ama çok iyiydim. Ağzım kulaklarıma varmak üzereydi, gülüşümü bastıramamıştım bile. Ve o... Onun gözleri üzerimdeydi. Tanıştığımızdan beri ilk kez beni merak etmiş ve bana gülümsemişti.

O gece Hanbin, içime iki kelebek yerleştirmişti. Biri oydu, diğeri ben.

one and only [kim hanbin (b.i)]Where stories live. Discover now