on1y

88 7 22
                                    

Aklımdakiler yüzünden nefes alamaz hale geldiğimi fark ettiğimde dışarı çıkmaya karar vermiştim. Bahçedeki çardağa oturmuş öylece gökyüzünü izliyordum.

"O gün... söylediklerin konusunda ciddi miydin?" Battaniyeyi omuzlarına bırakırken sorduğu soru gülmeme neden olmuştu. Sinirle soluyup ayaklandım ve içeri geçmeye yeltendim. "Cevap vermeyecek misin? Hep böyle mi olacağız?"

Bilmiyordum. Bundan sonra aramızda ne olacağını, ona nasıl davranacağımı... Beni kırdıkça kırıyordu. Hislerimi bile ciddiye almamıştı. Gözlerimi kapatıp birkaç saniye yerimde durduktan sonra içeri geçtim.

"Günaydın, Dia." Çantasını yan sırama koyan Hanbin'e soğuk bakışlarımı gönderdim. Onunla oturmak istemiyordum. Eşyalarımı toparlayıp boş olduğunu gördüğüm ilk yere yöneldim. "Buraya oturabilir miyim, Hyunwoo?" Başıyla onayladığında yanına yerleştim.

Hyunwoo sınıfımızın her şeyde iyi olmasıyla ünlü başkanıydı. Tüm sporlarda en iyisiydi, notları her zaman yüksekti ve pek çok konuda yetenekliydi. Üstelik sessiz biriydi. Gerekmedikçe konuşmaz, seviyesiz şakalardan kaçınırdı. Kısacası bulunabilecek en iyi sıra arkadaşını bulmuştum.

Son bir kez arkama döndüğümde Hanbin'in rahatsız bakışlarıyla karşılaşmam bir olmuştu. İçimdeki huzursuzlukla birlikte önüme döndüm.

Sınav döneminin başlamasıyla birlikte kütüphanede sabahladığım günlere geri dönmüştük. Okul ve iş dışındaki zamanımın tamamını burada geçiriyordum. Uyuyacaksam bile -bu uyku hali bir iki saatten fazla sürmezdi- masaya kafamı koyup öyle uyurdum.

Önümdeki konuya ayırdığım sürenin bittiğini belirten alarm çaldığında hayata dönmüş, alarmı kapatıp boynumu esnetmiştim. Masada oturmaktan her tarafım ağrıyordu. Yanımdaki deftere dönüp çalıştığım konunun yanına bir tik işareti koyduktan sonra başka bir kitap almak üzere çantama eğilmeye yeltendim. Ben eğilemeden o yükseldiğinde onu görmüştüm.

Bir süredir olduğu gibi tek kelime etmeden kalkmak istemiştim ama kolumdan tutup beni durdurdu. "İki hafta oldu, Dia. Bence artık konuşmamız gerekiyor." İç çekip kolumu ondan kurtarırken "İstemiyorum," demiştim.

İstemiyordum. Onunla konuşmak, göz göze gelmek, duygularımı paylaşmak ya da herhangi bir şey yapmak istemiyordum. Çünkü tüm bunlar sadece ona daha çok bağlanmamı sağlıyordu. Günün sonunda canı yanan kişi oluyordum ve çektiğim acının dozu her seferinde artıyordu.

Hanbin'i yok etmeye karar vermiştim. Buraya geldiği ilk gün ona hiç elimi uzatmamışım gibi. Yıldızların altında ona aşık olmamışım gibi...

Düşüncelerimden sıyrılmamı sağlayan şey bana sıkıca sarılan kolları olmuştu. "Dia..." Nazikçe saçlarımı okşadığında içime bir sıcaklık yayılmıştı. "Benimle konuşmak istemiyorsan... konuşma. Sadece dinle." Ondan ayrıldığımda yüzünde garip bir ifade görmüştüm. Daha önce hiç görmediğim bir ifade.

"İki haftadır benimle tek kelime etmedin. Selam verdim, almadın. Gözlerine baktım, kafanı çevirdin. Bunları boşuna yapmadığını biliyorum. Tanıştığımız ilk günden beri bana karşı o kadar iyisin ki... Durup dururken birini yalnız bırakacak kadar zalim değilsin, onu da biliyorum.

Artık katlanamıyorum. Katlanamıyorum çünkü çok saçma... saçma bir şekilde seni özledim, Dia. Bana ders anlatmanı, anlamadığım zaman yüzünde beliren o ifadeyi özledim. Çok kızgın ama bir yandan da kıyamayan o ifadeni... Yemekten sonra bahçeye çıkıp bir battaniyenin altında seninle yıldızları izlemeyi özledim. Gözlerimin içine bakmanı özledim. En çok da bir bahaneye ihtiyacım olmadan seni görmeyi özledim."

"Hanbin, bu senden en son istediğim şey. Biliyorsun değil mi?" Ne demek istediğimi anladığını düşünüyordum. Onunla ilgili en ufak bir umut kırıntısından bile kaçınıyordum ve bunu gördüğünden emindim.

"Özür dilerim. Aptalın tekiyim. Sana ne olduğunu bile sormadan, kendi kendime karar verip sözümden döndüm o gece. Oradaydım. Yarım saat önce geldim hatta. Sonra çıkışta yanında birini görünce, geleceğimi unuttun sandım. Odama geldiğinde de uyumuyordum, sen öyle düşün diye numara yaptım. Normalde böyle garip hareketler yapan biri değilim, ben de alışamadım.

Ne olduğunu ben de bilmiyorum. Eğer o söylediklerinde ciddiysen sana verecek bir cevabım da yok. Ne evet diyebilirim, ne de hayır. Ama en azından eskisi gibi olmak istiyorum, bunu yapamaz mıyız?"

Gözlerimi kırpıştırıp öylece yüzüne baktım. Bir solukta ne çok şey söylemişti! Sağ elini uzatıp yanaklarımı okşadığında içim titremişti.

Söylediklerini sindirmek için uzunca bir zamana ihtiyacım vardı ve anlaşılan o bana bu zamanı tanımak istemiyordu. Daha önce hiç görmediğim kadar sabırsızdı tavırları. Şaşkındım. O kadar şaşkındım ki kurduğu tonla cümleye tek bir cevap bile verememiştim.

O an büyükannemin sözleri kulaklarımda çınlamıştı.

"Karşına kim çıkarsa çıksın seni incitecek. Tek yapman gereken, buna değecek olanı bulmak."

Bana sardığı kollarının arasına iyice yerleşirken o kişinin Hanbin olmasını umdum.

one and only [kim hanbin (b.i)]Where stories live. Discover now