on1y

82 6 16
                                    

"Hey!" Dikkatini çekmek için ona seslendim. Yere çökmüş, bir şeyler karalıyordu. "İşin erken mi bitti?" diye sorarken saati kontrol etmişti.

"Öyle oldu. Gelirken tavuk aldım, birlikte yiyelim mi?"

"Ya, parayı nereden buldun da aldın?" Gülerek duvara asılı takvimi gösterdiğimde nazikçe başını çevirdi. "Bugün maaş günüm!" Usulca eline uzandığımda gözlerini gözlerime çıkarmıştı. "Haydi kutlayalım."

Eski hırkalarımı birleştirerek yaptığım serginin üzerine yerleştikten sonra kutuları poşetinden çıkardım. Uzun süredir bastırdığım açlığımın yeniden kendini hissettirmesiyle yemeğe gömüldüm.

"Bütün gün yemek yemiyor musun sen?" Kafamı kaldırıp ona baktığımda endişeli bakışları üzerimdeydi. "Yiyorum, ama çok iştahım olmuyor."

"Emin misin?" diye sorduğunda gözlerim dudaklarının kenarlarına takılmıştı. Gülüyordu. Bastırmaya çalışsa da fark edebilmiştim. "İştahının olmadığı tek bir an bile görmedim." Kıkırdadım. Genelde sabah ya da gece görüştüğümüz için böyle olması normaldi. Güne yemekle başlamayı ve yemekle bitirmeyi seviyordum.

"Kafam doluyken yemek yiyemiyorum," dedim gözlerimi kapatırken. Yorgunluktan ölmek üzereydim. "Ayrıca herkesin yanında da yiyemem. Yetimhanede büyümüş biri için absürt, biliyorum." Kendimi bildim bileli yurtlarda kaldığım için neredeyse hiçbir zaman kişisel alanım olamamıştı. Bu yüzden topluluk içinde olmak benim için kolaydı ama bu huyumu bir türlü aşamamıştım.

"O yüzden mi seni yemekhanede göremiyorum?" Başımı salladım. Etrafımda çok fazla insan olduğunda herkes beni izliyormuş gibi geliyordu. "Demek senin de defoların var." Arkasına yaslanırken konuştuğunda gözlerimi devirdim. Gönderme yapmasından nefret ediyordum. Ama yine de kızasım gelmiyordu, kendini hepten kapatmasından korkuyordum. Beni sürekli arada bırakıyordu. "Kim demiş? Mükemmelim ben!" Gözlerimiz buluştuğunda gülümsemem solmuştu. Ona kendimi açtığımdan beri daha rahattım. Ama yine de böyle kilitlendiğim zamanlar oluyordu.

"Baloya gelecek mi... Sormadım say." Cümlemin sonuna doğru öyle bir bakmıştı ki, balo sözcüğünü yasaklayasım gelmişti. "Sen?"

"Gidiyorum ben." Baloları seviyordum. Bir geceliğine de olsa ne kadar berbat bir durumda olduğumu hatırlamamak hoş bir şeydi. "Önce kavalye bulmam lazım tabii. Seninle uğraşırken bunu unutmuşum." Dil çıkardım. Elbisem de yoktu zaten. Diğer kızların yanında paspal görünmekten korkuyordum ve böyle hissettiğim için kendime kızıyordum. Bunları dert edecek konumda mıydım sanki?

"Kavalye zorunluluğu mu var?" diye sormuştu kendini yere bırakırken. Yorgun görünüyordu. Tüm gün ne yaptığını merak ediyordum. "Yoo."

"O zaman neyi dert ediyorsun?" Islak mendili açmak için dişimden yardım alırken güldüm. "Herkes kavalyesiyle eğlenirken yalnız mı kalayım?" Cevap verdikten sonra dikkatimi yeniden dişlerime vermiştim. Bunları açmak niye bu kadar zordu? Sinirle iç çektiğimde Hanbin paketi alıp kolayca açtıktan sonra ellerime bırakıverdi. "Ters taraftan çekiyordun. İşareti görmüyor musun?"

Alt dudağımı ısırıp ellerimi sildim. O ise bana gülmekle meşguldü. "Şunu keser misin?"

"Neyi?"

"Gülmeyi, Hanbin." Aniden ifadesiz suratına dönüş yaptığında şaşkınlıktan ağzım açık kalmıştı. Kendini daha fazla tutamayıp kahkaha attığında içimde bir şeylerin dalgalandığını hissetmiştim. Hiçbir şey anlamadığımı belli edercesine göz kırparken yanıma yaklaşmış, gözümün önüne gelen birkaç tel saçı kenara çektikten sonra kalbimi durduracak kadar yakınımda tutmuştu yüzünü.  "O kadar da duygusuz değilim, Dia."

"Öyle diyorsan," dedim omuz silkerek. "Ama yine de çok emin olma." Çöpleri atmak için bahçeye yönelirken kulağım ondaydı.

"Aslında... Her geçen gün daha da emin oluyorum."

one and only [kim hanbin (b.i)]Donde viven las historias. Descúbrelo ahora