🍃9🍃

362 42 113
                                    

Yayımlama tarihi:
17 Şubat 2021

~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~

Ey aşk! Seni senelerce yaban ellerde, hoyrat dillerde aradım. Oysa bendeymişsin bilememişim. Oyalanmışım. Kalakalmışım.

Çaresizce bavula koyduğum kıyafetleri tekrar yerine koyup gitmekten vazgeçtim. O gün ben sadece gitmekten değil bir çok şeyden vazgeçtim. En çok da Rüzgar'dan. Onun sevgisinden. Onu beklemekten...

O gün ne kadar yorulduğumu ve bu uğurda ne çok şeyi feda ettiğimi farkettim. En çok da bekleyişler sokağındaki fırtınaların neden olduğu yıkılmaların derdiyle dertlendiğimi ve dahi acılarıma gömülerek vaktimi ziyan etmişliğimi.

Tüm her şeyim Rüzgar olup çıkmıştı yıllardır ve ben gece gündüz onda savrulup durmuştum. Onda dökmüştüm tüm yapraklarımı ve ben kimsesiz, yapayalnız,çaresiz bir oraya bir buraya düşüp durmuştum.

Tükenmiştim...

Tüketmiştim...

En çok da zamanlarımı tüketmiştim. Dolu dolu geçirmem gereken zamanlarımı gözyaşlarıma takmış, birer ikişer akıtmıştım hiçliğe. Şu an düşünüyorum da çok yazık etmişim kendime. En çok da zamanıma. Onca yıl içinde neler neler yapardım kim bilir. Ne okuluma odaklanabilmiştim ne de hayalime. Her şey eksik her şey yarım kalmıştı. Günler eksilmişti penceremden ve ben durup öylece izlemiştim farkında olmadan.

Artık eksilmeyecektim. İzin vermeyecektim buna. Hem artık evlatlarım vardı benim. İki çocuk annesi olma yolunda gidiyordum.
En çok onların ihtiyacı vardı bu hayatta bana. Onlar için artık eksiltmemeliydim kendimden. Yoksa bana fani, geçici heveslerin sancısıyla ziyan edilmiş bir ömür ve hasta bir beden kalırdı. Bedeni en çok tahrip eden şüphesiz üzüntü ve stresti. Üzüntü ve keder kök saldı mı bedende yavaş yavaş onu kurutup mahvederdi. Buna izin vermemeliydim. En çok da ömrümün heba olmasına izin vermemeliydim ve işte o gün vazgeçtim ben beklemekten.

Rüzgar'ı, evimizi terkedip gitmedim. Çocuklarımın minik ellerinden tutarak yola devam edecektim. İnanın gitmeyi çok istedim. Ama yukarda da dediğim gibi dağılmış bir yuvada evlatlarımı büyütmek istemiyordum. Yoksa o gün Enes'i de alıp ardıma bakmadan giderdim.

Şu an düşünüyorum da belki de o gün gitmeliydim. O gün bir şans vermemeliydim bize, Rüzgar'a.
Geç kaldım gitmekle. Çok geç kaldım. Geç kaldım ve kaybettim hayatımdaki güzel insanları...

Ah Rahmi Babam!

Ah Kumru Annem!

Keşke diyorum... Ama sonra susuyorum.

Kelimeler boğazımda düğümleniyor. Hırçın dalgalar misali vuruyor gönül kıyılarıma birer birer. Canım yanıyor...Hem de çok...

~~~~~~~~~~~

O gün şahit olduğum o konuşmaya küçücük değinmek istiyorum. Sanki yaşanacakları önceden ön görmüştü Rahmi Babam. Sanki hissetmişti olacakları.

O günün üstünden aylar geçti. Rüzgar hariç etrafımdaki herkes ikinci bebeğimizin gelişini heyecanla bekledi. Hele Doğa.
Kız olsun diye dualar diziyordu resmen.

"Hayırlı ve sağlıklı olsun. Ama şeyyy Allahım kız olsun olur mu? Böyle en cadısından en tatlısından. Tombul yanaklı olanından. "

Duaları bile gülümsetiyordu dostumun. Ah Doğa!.. Yoldaşım...Derttaşım...
Durulduğum limanım.
Duası kabul olmuş ve Elif'im gözümün çiçeği doğmuştu. Duasının kabul olması karşısında nasıl da coşmuştu Doğa. Şimdi o anı gözümün önünde canlanıyor ve gülümsüyorum.

Doğa o sene okulu bitirmiş mezun olmuştu. Burda ufak bir ofis açmıştı kendisine. Arada şehir dışına çıkması gerekiyordu. Onun dışında her fırsatta bize uğrar Rahmi Babamın gözü gibi baktığı bahçede oturur karşılıklı çay içip sohbet ederdik. Bazen de oyunlar oynardık. Rüzgar'ın küçük kız kardeşi de evde olursa bize katılırdı ve tabi Saime Abla'yı da unutmamak gerek. O benden beterdi. Çocuklar gibi oynar eğlenirdi. O zamanlarda yeni taşınmışlardı mahallemize. Arada gelip giderdi bize. Eşini ve çocuklarını depremde kaybetmişti yıllar önce. Yıkılmış virane olmuştu sahip olduğu her şey. Anılarının hep ter u taze olduğu şehir ona dar gelmiş ve oradan taşınıp buraya yerleşmişti. Gözlerinin derinliklerinde hep bir hüzün hakim olurdu. Çocuk ruhunun arkasına saklardı bu hüznünü. Onu gören ne derdi ne tasası var sanırdı. Oysa o acıların en büyüğünü yaşamış, kalbi yıkımların altında sıkışıp kalmış ve çok kan kaybetmişti. Buna rağmen hâlâ ayaktaydı. Güçlü duruşu en çok beni hayran bıraktırırdı kendisine. Onca acıya göğüs germiş ruhu hâlâ bir çocuk edasıyla şendi. Gülücükleri insanı coştururdu.

Koskoca altı yedi yılın sancısıyla kıvranmış ruhum yavaş yavaş iyileşiyordu gibi. Çocuklarımla oynadığımız oyunlar ,deli gibi oradan oraya koşturmalarımız ve yaramazlıklarımız merhem oluyordu yaralarıma. Ama en çok dualara durmam ve kendimi ibadete , kulluğa vermem merhem olmuştu. İyileşiyordum artık. Çünkü yüzümü Ebed Sultanı'na döndürmüştüm. O'na yüzünü dönen hiç döner miydi gerisin geriye? Hiç kötü olabilir miydi? Yaralar da iyileşirdi, yollar da açılırdı, bahar olurdu her yer. Coşardı kalpler kuş misali maviliklerin doruklarında.
Kanat dansı yapardı mesela. Her yere keşfe çıkar temaşaya dururdu kâinatı. Meğer asıl kör olan ben mişim de farkında değil mişim? Dünya dertlerine dalıp görememişim bir çok güzelliği. Okuyamamışım kâinat kitabını. Satırlarında gezinememişim. En çokta kendimi okuyamamışım. İnsan ki kâinatın dürülmüş hâli. Kâinatta ne varsa bir nümûnesi, bir örneği insanda vardır çünkü.
Keşfe çıkamamışım kendimi. Kör ve sağır etmiş dünya dertleri beni. Ayinenin cazibesine kapılıp gitmişim. Oysa asıl güzellik ayinenin sahibine aitti. Bunu görememişim maalesef. Çünkü güzel olan her şeyin var edicisi Kâinat Sultanı'ydı. O'nun isim ve sıfatlarının tecellilerini yansıtıyorlardı. Ama güzelliği o varlığa isnad edip ona vuruluyorduk. Oysa gerçek sevgi ve aşk o güzelliğin asıl Sahibine olmalıydı.

Ben Rüzgar'ın sevgime aşkıma kör ve sağır oluşuyla ilgilenip hayıflanmıştım durmadan. Oysa kör ve sağır olan benmişim. Ama farkedememişim. Güzelliklerin asıl sahibini görememişim. Öylece yaşamışım meğer. Bunu farkettikçe acılarım mahçubiyete inkılap etti. Pişmandım hem de çok. Boşa harcadığım dakikaların, saatlerin, günlerin, haftaların, ayların ve dahi yılların acısı ile kavrulmaya başladım bu defa. Durmadan bunun için af diliyordum Rabbimden. Eskiden Rüzgar yok diye sabahlara kadar ağlayan ve gözleri şiş uyanan ben artık Rabbim'in huzurunda O'ndan af dileyerek ağlıyordum. Gözyaşlarım bile değişmişti. Gecem gündüzüm artık Ebed Sultanı olmuştu. Kendimi O'na beğendirme çabalarındaydım. O'na sevdirme uğraşlarındaydım. O beni sevsin, O beni görsün, O beni farketsinler sokağındaydım. O'nun sevgisine talip olmuştum. O sokaklarda dolaştıkça ruhum huzura kanatlanıyor , göz pınarlarım ışıltılı yaşlarla dolup taşıyordu. Yüreğime dinginlik veriyordu yanaklarımdan her süzülüşte. Acımıyordu sol yanım. Acıtmıyordu bu gözyaşları. Bu gözyaşlarımı birer inci tanesi gibi takmıştım boynuma. Onların varlığı beni güzelleştiriyordu Rabbimin huzurunda. Bunu hissediyordum. Rabbim böyle daha çok seviyordu beni. Hissediyordum. Rabbimin rahmetini merhametini daha çok celbettirip beni ona yaklaştırıyordu.

İşte bunu farkettiğimde bir daha dünya dertleri için göz yaşı dökmemeye karar verdim. Beş paraya değmez elmas parçacıkları için koşturup ağlamayacaktım.

MİHEN (Tamamlandı)Where stories live. Discover now