-ii. in a world which isn't for me i may only breathe through you

630 118 119
                                    

coldplay - fix you

coldplay - fix you

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Bazen Jimin'den nefret ediyordum. Özellikle de en iyi arkadaş olma gücünü üzerimde kullandığı zamanlarda.

Salonda oturmuş gergince Jimin'i beklerken annem elinde kupasıyla mutfaktan salona doğru yürüdü ve yanımdaki koltuğa oturdu. Bakışlarındaki muzip parıltılar beni rahatsız ediyordu ve içimde aniden öfke patlamaları yaşanmasına sebep oluyordu. Tırnaklarımı avuçlarıma geçirdim.

"Nereye böyle?"

Dudaklarımı kemirirken onu duymazdan gelirsem ne kaybedeceğimi düşünüyordum çünkü bu soruya vereceğim cevap beni daha çok öfkelendiriyordu. Bu öfkemin annemle bir ilgisi yoktu, tamamen içinde bulunduğum durumun gerçekliği içimde fırtınalar koparıyordu ve ben her aldığım nefeste kayalara tosluyormuş gibi hissediyordum. Jimin'i gerçekten öldürecektim.

"Futbolcu oğlanlardan birinin partisine. Yani sanırım?" duyulması oldukça zor bir ses tonuyla söyledim ama annemin alıcıları epey açık olmalıydı ki beni tek seferde anladı.

"Jimin seni oraya götürmek için kafana silah falan dayamış olmalı." eğlendiğini belli ederek konuşan annemi izledim. Ben burada kendimi zapt etmeye uğraşıyorken onun benimle böyle konuşması hiç adil değildi. Kupasındaki içeceğinden bir yudum alırken bardağın üstünden bana bakmaya devam etti. "Gerçi muhtemelen sana bunu yapsa bile gitmezdin, Jimin kendi kafasına mı silah dayadı?"

Annem bazen tam bir pislik gibi davranıyordu. Eskiden bana karşı saf bir şefkat topundan oluşuyorken ben büyüdükçe annem değişmişti, eğer böyle kinaye dolu espriler yaptığı anları saymazsak aslında iyi bir değişimdi. Çünkü onunla artık anne oğuldan ziyade iki arkadaş gibiydik. Benimle dalga geçerdi, uğraşırdı, yeri gelince kendi problemlerinden ve ders verdiği yeni öğrencilerinden bahsederdi. Piyano derslerimiz bile artık daha farklıydı, dersler öyle disiplin dolu oluyordu ki annemi yanıma gelmeden önce disiplini bir elbise gibi üzerine giyerken hayal ediyordum.

Yine de aramızdaki ilişkinin artık farklı bir dinamiği olması annemin beni ne kadar iyi tanıdığı gerçeğini değiştirmiyordu.

"Ona benzer bir şey." bana parmakları tarafından dürtülüyormuşum gibi hissettiren gözlerine bakarken cevapladım.

"Haydi ama Tae, annenin bu kadarını bilmeye hakkı var-"

Tam o sırada zil çaldı ve annemin cümlesini yarıda kesti. Sanki gitmek istemeyen çocuk ben değilmişim gibi kanepeden fırladım ve kapıya ulaştım. Kapıda duran Jimin'e bakarken onu öldürme planlarımı biraz ileri bir tarihe ertelemeye karar vermiştim çünkü bilmeden bile olsa beni annemin imaları ile dolu geçecek olan bir haftadan kurtarmıştı.

"Selam." ışıl ışıl bakan gözleri ile kapımda duran Park Jimin gençlik romanlarından fırlayıp gelmiş olan kurgusal bir karakter duruyordu, hayal gücümün bile ötesindeydi. Ona her baktığımda zamanın yavaşlaması gerektiğini düşünüyordum ama tam tersine ne zaman Jimin'e baksam etrafımdaki her şey çılgınca bir hızla dönmeye başlıyormuş gibi hissediyordum. Yüksek hızlı bir trene binmiş ve kafamı dışarıya çıkartmaya çalışıyormuş gibi. Bu yüzden ona çok uzun süre bakmamaya özen gösteriyordum, aksi takdirde hızına kapılıp peşinden sürüklenir ve parçalara ayrılırdım. Her şeyden önce kulvarlarımız farklıydı, ben bir yarış atıydım o ise yüksek hızlı bir trendi. Ona ayak uydurmam imkan dahilinde bile değildi.

we are not (just) friendsHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin