6

95 9 2
                                    

Bütün akşam derin bir keder içinde geçti. Zerrece gücü kalmamıştı, kendine söz geçirme isteği duymadığı için. Willoughby'yle ilgili herhangi bir şeyin en küçük iması bile onu bir anda altetti; ailesi onu rahat ettirmek için büyük bir hassasiyetle davrandıysa da konuştukları zaman ona Willoughby'yi hatırlatacak her konudan uzak durmaları mümkün olmadı.

Marianne, Willoughby'den ayrıldıktan sonraki ilk gecesinde bir an bile uyuyabilseydi kendini affedilmez sayardı. Yataktan yattığı zamankinden daha fazla uyuma ihtiyacı içinde kalkmasaydı ertesi sabah ailesinin yüzüne bakmaya utanırdı. Ama böyle bir kararlılığı yüzkarası yapan duygular onu buna maruz kalma tehlikesi içinde bırakmadı. Bütün gece uyanıktı ve gecenin büyük bölümünde ağladı. Baş ağrısıyla uyandı, konuşacak hali yoktu, bir şey yemek istemiyordu; annesiyle kızkardeşlerine her an acı veriyor, onu teselli etme çabalarını yasaklıyordu. Sağduyusu gayet güçlüydü!

Kahvaltı bittiği zaman kendi başına dışarı çıktı ve sabah boyunca Allenham köyü civarmda dolaştı, geçmişteki mutluluğuna dalıp giderek, bugünkü yıkımı için ağlayarak.

Akşam da aynı duygu yoğunluğu içinde geçti. Willoughby'ye çaldığı her şarkıyı, seslerinin en sık birleştiği her türküyü tekrar çaldı ve Willoughby'nin onun için yazdığı müzik satırlarına gözleri dikili halde piyanonun başında oturdu, ta ki kalbi daha fazla kederi kaldıramayacak denli ağırlaşıncaya kadar; bu ızdırap gıdası her gün alındı. Bir şarkı söyleyerek, bir ağlayarak piyanoda uzun saatler geçirdi; sesi sık sık gözyaşlarınca tümden susturuldu. Müzikte olduğu gibi kitaplarda da geçmişle bugün arasındaki zıtlığın kolayca yarattığı ızdırabı aradı. Birlikte okudukları dışında hiçbir şey okumadı.

Böyle şiddetli üzüntü elbette ilelebet sürdürülemezdi; birkaç gün içinde daha sakin bir hüzne dönüştü; ama her gün yeniden giriştiği bu meşgaleler, yalnız başına yürüyüşler ve sessiz düşünüşler yine arada bir her zamanki kadar canlı hüzün selleri yarattı.

Willoughby'den mektup gelmedi; zaten Marianne de bekliyor gibi değildi. Annesi şaşırdı, Elinor tekrar rahatsız oldu. Ama Mrs Dashvvood ne zaman istese en azından kendini tatmin eden bir açıklama buluyor gibiydi.

"Unutma Elinor," dedi, "Sir John postadan mektuplarımızı ne kadar sık getirip götürüyor. Gizliliğin gerekli olabileceğini zaten kabul ettik; mektupları Sir John'un elinden geçecekse gizliliğin konulamayacağını bilmeliyiz."

Elinor bunun doğruluğunu inkar edemezdi ve bunu sessizlikleri için yeterli bir neden olarak görmeye çalıştı. Ama öyle doğrudan, öyle basit ve ona göre meselenin gerçek durumunu bilmeye, tüm gizemi hemen ortadan kaldırmaya öyle elverişli bir yöntem vardı ki bunu annesine söylemeden duramadı.

"Niye hemen Marianne'e sormuyorsun," dedi, "Willoughby'yle sözlendi mi, sözlenmedi mi? Senden, annesinden, böyle sevecen, böyle ilgili bir anneden gelirse bu soru onu gücendiremez. Ona gösterdiğin sevginin doğal bir sonucu olur. Eskiden gizlisi saklısı olmazdı, hele senden hiç olmazdı."

"Öyle bir soruyu dünyada sormam. Düşünsene, bir de sözlenmemişlerse nasıl canı sıkılır! Büyük vicdansızlık olur. Onu henüz herkesten saklanması gereken bir itirafa zorladıktan sonra bir daha asla güvenine layık olamam. Marianne'in içini bilirim: beni çok sevdiğini, şartlar açıklanmasına izin verdiğinde meselenin söyleneceği son kişi olmayacağımı biliyorum. Kimseye zorla sırrını söyletmeye kalkışmam; hele bir çocuğa asla; çünkü görev duygusu istese de inkar etmesini önleyebilir."

Elinor kızkardeşinin gençliğini düşününce bu cömertliği aşırı buldu ve ısrar etti ama işe yaramadı; sağduyu, mantık, basiret, hepsi Mrs Dashvvood'un romantik hassasiyeti karşısında yenilgiye uğradı.

Akıl ve TutkuWhere stories live. Discover now