Bölüm 10: Özgürlük

74 7 5
                                    

İki kardeş de birbirinden endişeli gözüküyordu. Nereden baksan birkaç saattir böyleydiler. Uykum gelmişti. İkisi de tek bir kelime dahi etmiyorlardı. Benim ise o kadar çok uykum vardı ki gözümü bile zor açıyordum...

Uyandığımda ve parmaklıklardan destek alarak kalktım. Elektrikler gelmişti. Acaba Azerbaycan ve Kuzey Kıbrıs neredeydi? Eve gitmiş olmalılardı. "Türkiye" dedi Doğu Almanya. "Efendim" dedim. "Babam ölmüş müdür?" diye sordu Doğu Almanya. "Hayır, yaşıyordur" dedim. Batı Almanya'ya baktım. Horul horul uyuyordu. "Gece boyunca uyumamış. Babamdan haber gelmesini beklemiş. Sen uyanmadan biraz önce uyudu" dedi Doğu Almanya. "Bu kadar seviyor muydu Nazi'yi?" diye sordum. "Seviyormuş" dedi.

Yine o boğucu odada aynı polis sorguluyordu beni. "Patlamayı sen mi planladın?" diye sordu polis. Yine patlama konusu açılmıştı! Ne alakaydı ki? Birleşmiş Milletler mi istiyordu acaba? "Evet, cevap vermeni bekliyorum!" dedi polis. "Hayır. Planlamadım" dedim. "Patlamadan önce ne oldu?" diye sordu sonra. "Dövdüler beni" dedim. "Patlama anında ve sonrasında ne oldu peki?" dedi polis. "İnsanlar kaçtı" dedim. "Patlama nasıl gerçekleşti?" diye sordu polis. "Bilmi-" derken polis "Bildiğini biliyorum Türkiye!" dedi. "Nereden biliyorsun? Belki şu yalanları algılama gücün sadece kendin dahi inandığın bir yalan! Belki sadece beni ve Nazi'yi sorgulayabilmek için uydurduğun bir yalan!" dedim. "Bak Türkiye, aptal laflarınla aklımı çelmeye çalıştığının farkındayım! Ve ayrıca o arabadan çıkan herkesi sorguladım ben!" dedi polis fakat Kuzey Kıbrıs'ı sorguladığını sanmıyordum. Kapıya baktığımda "Geçen seferki gibi seni geri indireceğimi sanıyorsan çok yanılıyorsun" dedi. "Gerçekten öğrenmek mi istiyorsun?" diye sordum ona. "Evet!" dedi. "Emin misin?" dedim. Gücümü ona göstermeye pek niyetli değildim fakat başka türlü bu odadan kurtulamayacaktım. "Söyle!" dedi. Elimi yavaşça kaldırdım ve işaret ve baş parmağım dışında bütün parmaklarımı kapattım. Polis ne yaptığımı sorgularmışçasına bana baktı. Sonra o iki parmağımın arasında küçük bir kıvılcım oluşturdum. Polis şaşırmışa benziyordu. "İşte patlamanın sebebi" dedim. "Bilerek mi patlatın orayı?" dedi polis öfkeyle. "Hayır" dedim ve elimdeki kıvılcımı yok ettim.

Uzun bir sorgulamanın ardından geri aşağı inmiştim. Benden sonra sırayla Batı ve Doğu Almanya sorgulanmış ve serbest bırakılmışlardı.

Aynı anda Almanya'ların Evinde
Doğu Almanya'nın Gözünden

"Sence senin yatağını mı benim odama taşıyalım? Yoksa benim yatağımı mı senin odana taşıyalım?" diye sordu kardeşim. "Bence çalışma odasını boşaltalım. Seninle yatmaktan iyidir" dedim. "Çalışma odasını mı? Oradaki kitaplığı sen taşırsın o zaman!" dedi. "O kitaplığı sadece benim mi taşımamı bekliyorsun?" dedim. "Evet. Ben yatak falan alacağım" dedi. "Ben alırım yatağı. Sen taşı" dedim. "İlk ben dedim Weimar! Ben alacağım!" dedi. "Ben alacağım dediysem ben alacağım!" dedim. "Kapıdan ilk çıkan alır!" dedi ve salondan çıkıp kapıya doğru koşmaya başladı. Peşinden gittim fakat çoktan çıkmıştı. "İlk ben çıktığımda göre ben alıyorum" dedi. "Bunun hesabını ödeyeceksin!" dedim. Güldü ve "Benle yatmayı bir daha düşün bence. Tüm odayı taşımaktan iyidir" dedi. "Senin horlamanı çekemem ben!" dedim ve kapattım kapıyı.

Bir süre düşündükten sonra kardeşimin istediği gibi kendi yatığımı odasına taşımaya karar verdim ve üst kata çıktım.

Oda hazırdı. Kıyafetlerim Mel'in dolabına zar zor sığmıştı. Dolap çok sadeydi. Hatta sadece dolap değil, başlı başına oda çok sadeydi; beyaz duvarlar, beyaz yastık, beyaz çarşaf, siyah örtü, beyaz halı, siyah dolap ve sarı bir saat. O saat resmen isyan ediyordu bu sadeliğe. Çiçek desenli yatağım da saat gibi bu sadeliğe isyan ediyordu. Aklıma bir fikir geldi. Çalışma odasına gittim ve oradaki bir defterin en son yaprağını kopardım. Üçe böldüm ve üzerlerine "Sadeliğe Hayır!" yazdım. Sonra bu kağıtlardan birini saatin önüne, diğerini ise yatağın üzerine koydum. Geriye kalan kağıt parçasını aldım ve aşağı indim.

YıldırımWhere stories live. Discover now