BÖLÜM-3 "GERÇEK YALANLAR"

340 135 550
                                    

Fark ettim de zaman, bazen en olmadık yerde kendini belli eden fırtına gibi

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Fark ettim de zaman, bazen en olmadık yerde kendini belli eden fırtına gibi. Öyle bir anda esiyor ki elinde ne var ne yoksa alıp götürüyor. Ölüm gibi geri dönüşü olmayan yolların arasında sıkışıp kalmış gibiyim. Zamanınızı iyi kullanmaya bakın derler ya hani bazen. Elimde kullanamaya değer bir zaman dilimim kaldı mı ondan bile şüpheliyim artık. Zamana ayak uydurayım derken zaman benden tek bir saniyeyle her şeyim dediğim adamı söküp aldı.

Karanlığa hâkim olan gözlerimi kırpıştırarak yerimden kıpırdanmaya çalıştım. Kazadan olsa gerek hâlâ omurgalarım sızılıyordu. Özellikle de sol koluma bir şey sıkılmış gibi bir sızısı vardı. Vücudumun ağırlığı beni engelleyemeden yerimden kalkmıştım.

Dün akşam adının Araz olduğunu öğrendiğim yabancıyla konuşmadan sessizliğe gömülmüştük. O kendi dünyasına çekilmiş, ben de kendi düşüncelerimin arasında sıkışıp kalmıştım. Bir yabancının yanında olmam ya da kaybolmuş olmam umurumda değildi. Belki de kafamın içindeki o kaza görüntüleri olmasa ya da Özgür... o yanımda olsaydı belki de şu an burada olmayacaktım.

Araz denen adam ise sanki hiç uyumamış gibi tek bir noktaya bakıp duruyordu. Siyah gür saçları birbirine girmiş, koyu kahve gözlerinin kızarıklığı yorgun olduğunu belli ediyordu. Kim bilir o neler yaşamıştı da bu duruma gelmişti.

"Uyumadın mı?" diye sorduğum da gözlerini ağır hareketlerle bana çevirdi. Öyle bir bakıyordu ki sanki beni bir yerde görmüş de hatırlamaya çalışır gibi bir hali vardı. Ya da gördüğü şeyi unutmamaya çalışıyor gibiydi. Anlam yüklemek çok zordu o bakışlara.

"Pek uyumam," dedi kısık sesiyle. Söylediği şeye şaşırmış olsam da belli etmeyerek yerimden doğruldum. Yanına doğru yaklaşırken ne yapmaya çalıştığımı merak edermiş gibi pür dikkat beni izliyordu. Yanı başına oturup boğazımı temizledim.

"İzin verirsen yarana bakacağım," dedim. Başıyla onaylayıp yerinden doğruldu. Sardığım sargıyı yavaş yavaş açarken tenine temas ediyordum. Sıcaktı. Buz dağı olan bana göre sıcacıktı. Yarasını açtığımda düne göre biraz daha iyiydi. Ama hala yara kapanmamıştı. Pansumanı yenileyip yeni bir sargı sardıktan sonra bana bir kere bile bakmayan adama çevirim bakışlarımı.

"Yolumu bulmama yardım edebilecek misin?" diye sordum sessizce. Bir an gözlerini yummuş derin bir soluk alarak bana çevirmişti bakışlarını. Beş saniye koyu kahvelerini gözlerimle buluşturduktan sonra başını ağır hareketlerle aşağı yukarı sallamıştı. Hafif bir tebessüm edip yerimden doğrulurken onun sesini işittim.

"Öldüğünden emin misin?" soruyu işitince birkaç saniye öylece ayakta durmuştum. Ben ona kimin öldüğünü ya da birinin öldüğünü söylememiştim. Sadece 'birinin yokluğu' demiştim. Ona dönerek tek kaşımı kaldırdım ne demek istediğini sorarcasına.

"Sevdiğin adamın öldüğüne emin misin?" Öyle bir şey sormuştu ki ne söylemem gerektiğini bilmiyordum. Emin olmak istemiyordum. İçimde bir yerde onun ölmediğini söylemek için çırpınmak isteyen umutlar vardı. Ama o kazayı beraber yaptık.

ZEHİRHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin