the sun almost kissed the wildflower

917 111 142
                                    

"Harry..."

Louis ne diyeceğini bilemiyordu. Birkaç defa konuşmak için ağzını aralasa da, dudaklarından tek bir kelime dahi çıkamamıştı. Mavi gözlü çocuk, bunu ilk defa yaşıyordu. İlk defa biri ona onu sevdiğini söylüyor, aşkını itiraf ediyordu. Louis hayatı boyunca böyle bir şey yaşayacağını düşünmemişti. Özellikle Harry gibi birinden bunu hiç ama hiç beklemiyordu. Harry ışıldayan, girdiği ortamı aydınlatan güneş gibiydi. Louis ise hayatı boyunca kara bulutlarla yaşamaya mahkum edilmişti.

"Louis, kararını hemen veremezsen anlarım. Ancak şunu bilmeni istiyorum, içindeki fırtınalardan haberim var. Biliyorum, bana güvenemiyor olabilirsin, fakat ben sana bana hemen güven demiyorum zaten. Sadece izin ver, bu güveni birlikte inşaa edelim."

Harry ışıldayan yeşillerini bir an olsun karşısındaki çocuktan çekmeden konuştu. Louis farkında olmasa dahi, Harry ona ciddi anlamda tutulmuştu. Tek istediği bu mükemmel çocuğun onu kabul etmesiydi.

"Harry... Ben, ben anlamıyorum. Neden ben? Çevrende o kadar insan var, hepsi benden çok daha iyi. Neden benimle olmak istiyorsun?"

Louis gergince sordu. Harry yeşil irislerini bir an olsun karşısındaki okyanustan ayırmadan, nazik bir şekilde Louis'nin dizinde dinlerdirdiği elini tuttu, ve kendi elleri arasına yerleştirdi. Louis'nin kalbi hiç olmadığı kadar hızlı atarken, bilmediği bir şey vardı. Karşısındaki çocuk da ondan farksızdı.

"Louis, keşke kendini benim gözümden görebilsen. Ne kadar mükemmel olduğunun farkında bile değilsin, ve bu beni gerçekten üzüyor. Etrafımdaki insanlar umrumda bile değil. Tek istediğim sensin."

Louis konuşacağı sırada, kıvırcık saçlı çocuk ondan önce davrandı.

"Louis, daha önce kimseye karşı böyle hissetmedim ben. Kimseyle doğru dürüst ciddi bir ilişkim bile olmadı. Kimse, kalbime dokunamamıştı. Fakat sen, sen kalbime öyle bir dokundun ki, kalbim seni her gördüğümde deliye dönüyor. En önemlisi, sen bunu bilincinde bile olmadan yaptın."

Louis, yanaklarının ısındığını hissederken gözlerini utançla kaçırdı. Gerçekten, Harry böyle mi hissediyordu yani? Mavi gözlü olanın içi kıpır kıpır olurken, istemsizce gülümsedi. Bir eli hala uzun olanın elleri arasındayken, kararını vermişti. Yani, galiba.

Kafasını yavaşça kaldırıp, Harry'nin piyano tuşlarının üzerine bıraktığı çiçeklere baktı. Mavi gül, ve kırmızı lale. Harry, Louis onu kabul ederse laleyi, reddederse gülü vereceğini söylemişti. Eh, Louis hangi çiçeği alması gerektiğine neredeyse emindi.

Derin bir nefes alıp, elini Harry'nin elleri arasından nazikçe çektiğinde, Harry istemsizce endişelenmişti. Louis'nin onu reddetme olasılığı, kabul etme olasılığından yüksekti. Harry, tüm bu işlere girişmeden önce bunun bilincindeydi. Onun ne kadar incinmiş bir çocuk olduğunu biliyordu. En çok da bu yüzden onu kabul etmesini istiyordu ya, böylece minik bebeğinin paramparça kalbini iyileştirebilir, ruhuna hak ettiği dokunuşu verebilirdi. Fakat, daha önce de belirttiği gibi, Louis'nin onu reddetmesi muhtemeldi.

"Louis?"

Louis bakışlarını çiçeklerden çekip, kıvırcık saçlı oğlana baktı.

"Evet?"

Harry bir süre onu izledikten sonra, dudaklarını yaladı.

"Sana neden yaban çiçeği dediğimi bilmek ister misin?"

Louis kafasını salladı. Açıkçası bunu merak ediyordu.

"Yaban çiçekleri asildir. Onlara yeteri kadar yağmur verirsen, sana görsel bir şölen oluştururlar, mis kokularını çok uzaklardan duyarsın. Ama insanlar onlardan korkar da, çünkü yabanilerdir, zehirleyebilirler. Bundan dolayı, yaklaşmak istemez çoğu insan. Sen de yabani bir çiçek gibisin Louis. İnsanlar senin potansiyelinin farkında değil, seni kırmış, hırpalamışlar. Fakat sana, istediğin o sevgiyi verseler, potansiyeline ulaşmanı sağlasalar, harika bir şölen olursun."

Louis hayatında ilk defa böylesine güzel iltifatlar alıyordu. Mavileri hafifçe sulanırken, artık ne yapması gerektiğinin kesinlikle farkındaydı.

Heyecanla elleri titrerken, uzandı ve kırmızı laleyi aldı. Önce burnuna götürüp, çiçeği kokladıktan sonra, dikkatle onu izleyen çocuğa baktı.

"O halde, potansiyelime ulaşmamı sağla, Harry." Diye mırıldandı. Harry'nin gözleri irileşirken, önce ağzı şaşkınlıkla aralandı. Daha sonra, dudakları genişledi ve karşısındaki çocuğa güzel bir gülümseme gönderdi.

"Pişman olmayacaksın, Louis."

İki genç de daha fazla konuşmadı. Keza ikisi de fazlasıyla heyecan doluydu. Bir süre daha öylece birbirlerini izlerlerken, Harry'nin gözleri istemsizce Louis'nin kırmızı dudaklarına kaydı. O kadar öpülesi duruyorlardı ki, tadına bakmamak için kendisini zor tutuyordu. Louis de bunu fark ettiğinde, istemsizce alt dudağını dişleri arasına almıştı.

Harry'nin anında gözleri irileşirken, Louis'nin ne yaptığının bilincinde olduğu pek söylenemezdi. Harry hipnotize olmuş bir şekilde, Louis'nin kırmızı, şimdi ısırılmaktan biraz şişmiş dudaklarına yaklaşırken, Louis neyin geldiğini anlamış, eli ayağı birbirine dolanmıştı. Fakat olabildiğince belli etmemeye çalışarak, gözlerini sımsıkı kapattı. Anın büyüsüne öyle kapılmıştı ki, kulakları uğuldamaya başlamıştı.

Harry'nin nefesini yüzünüm oldukça yakınında hissederken, kalbi duracak gibiydi. Bu kadar heyecan bir insan için fazla değil miydi? Louis ölecek gibi hissediyordu. Kalbi birazdan böyle hızlı attığı için patlayacaktı, ve Louis ölecekti.

Harry, karşısındaki çocuk gibi gözlerini kapatıp, anı hissetmeye odaklanmıştı. Yüzü gittikçe diğerininkine yaklaşıyor, kısa olanın düzensiz nefeslerini hissedebiliyordu. Gözleriniz kapalıyken, diğer duyularınız daha etkili çalışırdı. Teninize değen nefesi her bir hücrenizde hisseder, teninizin üzerinde dalgalanışının her bir saniyesine şahit olurdunuz. Karşınızdakinin teninden gelen o vanilya kokusunu, saçları uçuştuğunda esen rüzgarla burnunuza dolan hindistan cevizi kokusunu öyle derin hissederdiniz ki, ciğerleriniz adeta bayram eder, başınız sarhoş olmuşçasına dönerdi. Gözleriniz kapalıyken, kendi kalp atışlarınızı bile kulaklıkla dinliyormuşçasına daha net duyardınız. Gözleriniz kapalıyken, her şeyi kalbinizde hissederdiniz. Böylece, büyük anlar, daha da büyür, daha çok anlam kazanırdı.

Neredeyse oluyordu.

Louis Tomlinson, neredeyse ilk öpücüğünü alıyordu.

Fakat heyecanla eli ayağına dolandığından, yanlışlıkla piyano tuşlarına çarpmış, ve büyük bir gürültü çıkarmıştı. İki genç de gözlerini anında açmış, korkuyla yerlerinden sıçramıştı. Korkularını atkattıklarında, ikisi de gülmeye başladı.

"Biliyor musun? Belki de bu bir işaretti." Diye mırıldandı Harry kıkırtıları arasında. Louis'nin gülüşü yavaşça solarken, istemsizce gerilmişti. Yoksa Harry vaz mı geçiyordu?

Louis endişeyle karşısındaki çocuğa bakarken, Harry, Louis'nin düşündüklerini anlayarak, hızla onun elini tuttu.

"Kötü bir işaret değil Louis. Randevumuza çıkmadan öpüşmememiz gerektiğinin işareti bu. Tüh, gerçi biraz kötüymüş." Louis, Harry'nin dediğine karşı kıkırdarken, Harry onu gevşettiği için mutlu olmuştu.

"Randevuya mı çıkacağız yani?" Diye sordu Louis. Harry hızla kafasını salladı.

"Harika olacak, bu akşam olur mu?"

Louis hala gülümserken, oyuncu bir şekilde tek kaşını kaldırdı.

"Biraz çabuk olmadı mı?"

"Geç bile Louis, bu dudaklardan daha fazla mahrum kalmak istemiyorum." Diye söylendi Harry, alt dudağını sarkıtarak. Küçük bir çocuk gibiydi, ve Louis onun bu halini çok sevimli bulmuştu, inkar edemezdi.

"Pekala, bu akşam olur."

"Harika! Seni 8 gibi alırım. Hazır ol Tomlinson, hayatının en güzel akşamını yaşayacaksın."

☆☆☆
Y/N

Kusura bakmayın hasta olduğum için bölüm yazamamıştım. Umarım beğenirsiniz bebekler, iyi okumalar♡♡♡

the flower boy and the wildflower | larry (mpreg)Where stories live. Discover now