i need to see you

636 100 66
                                    

Her şey çok hızlı gelişmişti. Louis'nin Harry'i görmezden geldiği üç koca hafta sonunda, Harry aldığı kararın arkasında durarak Louis'nin annesini görmeye, kadının çalıştığı hastaneye gitmiş, cesaretini toplayıp, kadına her şeyi anlatmıştı. Louis'nin durumunu, ikisinin yaşadığı süreci, ve son büyük kavgalarını. Bayan Tomlinson'ın bilmesi gereken her şeyi her ne kadar zorlansa da, anlatmıştı.

Kadının onu dinlerken omuzlarının aşağı düşüşü, Louis'yi andıran gözlerinden akan yaşlar, ya da minik oğlunun durumunu nasıl da fark edemediğini söyleyerek kendini suçlaması, açıkça Harry'i daha kötü hissettirmişti. Ancak, tüm bunlar daha fazla sır olarak kalamazdı. Yeşil gözlü oğlan kadına sarılmış, kendini suçlamaması için onu telkin etmişti. Şayet kadının günlerini kendi evinden çok, çalıştığı hastanede geçirmek zorunda kaldığı göz önünde bulundurulursa, bu gerçekten de onun suçu değildi.

Sancılı, ve bol gözyaşı içeren bir konuşma sürecinin ardından, Harry ve Bayan Tomlinson Louis için neler yapabileceklerini tartışmaya başlamışlardı. Sonunda, Louis için iyi bir klinik bulmakta karar kılmışlardı. Fakat, işin zor kısmı bunların hiçbiri değildi. İşin zor kısmı, Louis'yi ikna etmekti. Eh, bunun için neler yapabilecekleri ise muammaydı. Çünkü, Louis henüz reşit olmasa dahi, onun kendi isteğiyle tedavi olmayı kabul etmesi, onu zorla götürmekten çok daha etkili bir seçenek olurdu.

Dördüncü haftaya girdiklerinde, Harry tek başına okulun bahçesindeki bankta oturuyor, kafasını kurcalayan tüm bu düşüncelerle, dalgın bir biçimde, yerde rüzgarın etkisiyle oradan oraya savrulan kurumuş yaprakları izliyordu. İnsanın ne yapacağını bilememesi, zihninin puslu hapishanesi içinde tıkılıp kalması ne kadar da acı bir durumdu. Louis'nin her geçen gün durumunun daha da kötüleştiği su götürmez bir gerçekti. Harry, çocuğun teninin daha da solduğunu, okul dolabından sınıfa kadar giderken bile ne kadar zorlandığını görebiliyordu. Üstelik giydiği bol hoodielerin arasında eskisinden de zayıf görünüyordu, içlerinde kayboluyordu.

Harry ne zaman onunla konuşmaya çalışsa, Louis onu tamamen uzaklaştırıyordu. Bir kez bile konuşmasına izin vermemişti, ve bu Harry'nin kalbini acıtıyordu. İkisi de bunu hak etmiyordu, ikisi de böylesine bir acıyı hak etmiyordu.

Harry'nin Louis'ye aşık olma serüveni belki de dokuzuncu sınıfa kadar uzanıyordu. Onu ilk defa Aaron'ın yanında görmüştü. Harry'nin o sene girdiği basketbol takımının antrenmanları yeni bitmişti, ve neredeyse herkes duşlara doğru gittiğinde, Harry'nin de yaptığı buydu. Tabii, sonradan çantasını unuttuğunu fark edip sahaya geri dönmesi gerekmişti.

Sahaya döner dönmez, basketbol topunu elinde tutmuş, beli ile eli arasında sıkıştırarak öylece dikilen Aaron'ın yanındaki ufak tefek çocuk gözüne çarpmıştı. Gözlerini yerden ayırmıyor, Aaron'a utana sıkıla bir şeyler anlatıyordu. Bulunduğu mesafeden ne konuştuklarını anlayamasa da, çocuğun ne kadar tatlı olduğunu görebiliyordu. Yanakları kızarmış, mavi gözleri heyecanla parlıyordu. Kahverengi perçemleri gözünün hemen üzerinde bitiyor, çocuğun sürekli onları gözünün önünden çekmeye çalışmasını sağlıyordu. Üzerinde kırmızı, dar sayılabilecek bir pantolon, beyaz çizgili bir tişört, ve şirin pantolon askıları bulunuyordu. O kadar tatlı görünüyordu ki, Harry kalbinin sıkıştığını hissetmişti. Sanki oraya ne için geri döndüğünü bile unutmuştu, ve tek yaptığı o mavi gözlü çocuğu izlemekti. Biraz sonra, mavi gözlü çocuğun ince dudaklarının büküldüğünü, mavi gözlerinin heyecandan çok daha başka bir şeyle parlamaya başladığını görmüştü. Bunlar gözyaşlarıydı ki, yanağına doğru süzülen kaçak bir gözyaşı da bunu kanıtlamıştı. Harry ne konuştuklarını bilmiyordu, ancak o çocuğun böylesine üzülmesi kendisinin de kötü hissetmesine sebep olmuştu. Yanlarına gidip onu teselli etmek, ona sarılmak istemişti. Neden böyle hissettiğini bile bilmiyordu oysa, çocuğu tanımıyordu bile. Aaron arkasını dönüp, Harry'nin olduğu yöne doğru yürümeye başladığında, Harry kafasını hemen çevirip çantası ile ilgileniyormuş gibi davranmış, çantasını aldıktan sonra göze batmamak adına hemen oradan uzaklaşmıştı.

the flower boy and the wildflower | larry (mpreg)Место, где живут истории. Откройте их для себя