14

622 61 18
                                    

Utançtan dolayı pembeleşmiş yanaklarım ve az önceki minik öpücükten dolayı ıslanmış dudaklarımı aynadan gördüğümde bulunduğum odanın ısındığını hissettim. Ellerim buna tezat heyecandan buz gibi olmuştu ve titriyordu. Serinlemek amacıyla ellerimi yanaklarıma bastırdım. Bünyem Jungkook faktörüne karşı direnmekte zorluk çekiyordu ve bu durumu benim için daha da zorlaştırıyordu.

Sayamadığım dakikalar öncesinde Jungkook'a aceleyle lavaboya gideceğimi söylemiştim. Bunu söylediğimden beri yarım saat geçmiş olabilirdi, emin değildim.

Jungkook'un yanına dönmeden önce yanaklarımı normal rengine döndürmeyeceğini bilsemde yüzüme soğuk su çarptım. Kendimi sakinleştirmek amacıyla derin nefes aldım ve bedenim sanki uzun bir zamandan sonra ilk defa içime oksijen girmiş gibi rahatlamayla ürperdi. Hazır olduğumu düşündüğümde elimi kapı kilidindeki parlak gümüş anahtara götürdüm ve çevirdim. Artık hazır olmasam bile çok geçti.

Banyodan dışarı çıktığımda aniden duraksamak zorunda kaldım çünkü Jungkook kapının hemen yanında duvara yaslanmış biçimde bekliyordu. Dudaklarındaki tatlı tebessüm ve parlayan koyu kahverengi gözleriyle bir sergideki dikkat çekici o tablolardan biri gibiydi. Keşke tam şu an fotoğrafını çekebilseydim.

"Sen uzun süre çıkmayınca merak ettim. İyisin değil mi?" dedi meraklı kadife ses tonuyla. Bir insanın sesi bile nasıl kusursuz olabilirdi? Tanrı, ses tellerine kadar özenle, en ince ayrıntısıyla planlayarak yaratmış olmalıydı.

Sahte olduğu belli olan küçük bir öksürükle boğazımı temizledim.

"İyiyim tabii," hiç iyi değildim. "Niye ki?" diye sordum, sanki hiçbir şey olmamış gibi.

Dudağının kenarı yukarı kıvrıldı ve burnundan kısa bir nefes verdi. "Hiç, öylesine." omzunu yavaşça duvardan çekti. Ellerini kızarmış yanaklarıma koydu. Birkaç dakika öncesinde bu ellerin belimde olduğu beynime bir uyarı gibi çarptı.

Gözleri dışında her yere bakıyordum. Ya göz göze gelirsek diye çok korkuyordum. Üstelik yüzündeki o sırıtışla sanki zihnimden geçen her şeyi okuyabiliyormuş gibiydi.

"Yanakların mı kızardı senin?" beni utançtan yerin dibine sokmak istediğini düşündüm. Dalga geçermiş gibi sorduğu sorudan sonra ne yapacağımı bilemedim. Utancımı kullanıyor olması çok sinir bozucuydu.

"Bilerek yapıyorsun resmen," sonunda konuşabilmiştim ama yinede ona bakmıyordum. Çok aptalca gözüktüğüme emindim ama ona bakmadan konuşmam da mümkündü sonuçta. "Muşmula suratını uzakta tutar mısın?" parmağımı yanağına bastırıp yüzünü hafifçe ittirdim.

Aşırı yavaş geçen birkaç saniyenin ardından ondan herhangi bir tepki gelmeyince yüzüne bakmayı başarabildim. Ama karşılaştığım şey, gülmemek için kendini tutan Jungkook oldu.

Gözlerimi devirmeme engel olamadım. Hâlâ yanaklarımda duran ellerini ittirdim. Komedi filmi çekiyordum sanki. Yaptığım her hareket komik gelmemeliydi bir insana. İlişkimizde ciddi bir adım attığımıza emindim ama tek yaptığı şey hareketlerime gülmekti.

"Bir kez gülümsedim diye iyice gevşedin sen de."

Hızlı adımlarla oturma odasına ilerledim. Şu garip havayı olabildiğince çabuk dağıtmak istiyordum.

Arkamdan o da geldi ve kanepedeki eski yerine oturdu. Ellerini iç içe geçirip ensesine yasladığında hâlâ beni izliyordu. Onu güldürmeyen herhangi bir şey var mıydı acaba, bence yoktu.
Sırıttı, "Sen bana gülümsemedin, beni öptün."

"Ben mi öptüm? Bu işin içinde sen yoksun sanki."
Yaptığımız konuşma bir an saçma gelse de, o beni öpmemiş miydi? Hemen günah keçisi olarak beni seçmesine tabii ki şaşırmadım. Konuşmaya başladığı an ona sinir olmaya başlamam artık beni şaşırtmamaya başladı.

Ayakta durmaktan sıkılıp kanepenin ona en uzak kalan köşesine oturdum. Kafamı onun olduğu yönün tersine çevirdim. Bu konu hakkında sürekli sanki hiç ciddi bir şey değilmiş gibi konuşması bence rahatsız ediciydi ve gerçekten bir özür bekliyordum. Evet, muşmula suratlı Jungkook'tan özür bekliyordum.

"Şu an bana trip mi atıyorsun?" hışırtı sesleri ve olduğum tarafın birazcık çökmesinden dolayı şimdi daha da yakınıma oturduğunu fark ettim. Tepkisiz kalmaya çalışsamda şimdi ne yapacağını merak ediyordum.

Elini dizimin üstüne yerleştirdi ve diğer kolunu koltuğa yasladı. Sessizce, "Üzgünüm?" diye mırıldandığını duyunca sonunda ona döndüm. Tek istediğim duyacağım şeyin yalnızca bu olmamasıydı.

"Ve? Bu kadar mı?"

Hiçbir şey demeden yüzüme bakmaya devam edince daha fazla bir şey demeyeceğini anladım. Ama yüzünün bana her geçen saniye daha da yaklaştığını fark edebildim. Sonrasında ise ben nasıl olduğunu anlayamadan dudaklarıma küçük bir buse kondurdu. Sanki 'var'dan çok 'yok'a yakın bir öpücük gibiydi, çok hafifti. Dudaklarımız temas etti mi, onu bile anlayamadım. Ama yinede bu yeterince şirindi.

"Affedilmişimdir umarım."
Olabilecek en güzel şekilde gülünce daha fazla kızgın kalamadım. Kendini nasıl affettireceğini gerçekten iyi biliyordu.
"Sadece şimdilik affettim." ona karşılık bende gülümsedim.

Bana yakın durduğundan parfümünün kokusunu alabiliyordum. Bu bile beni mayıştırabilirken elini dizimden çekip elime götürdü ve sıkıca tuttu. Parmaklarımızı iç içe geçirdiğinde onu izliyordum. Ona ne kadar sinirli olsamda şu anda onunla birlikte olmanın verdiği huzur dışında bir şey hissetmiyordum. Sonsuza dek böyle, bu anda kalsak, zaman dursa, hiç üzülmezdim. Dudaklarını araladığında bütün dikkatimi söyleceği kelimelere ve ona vermiştim.

"Sincaba benzediğini söyleyen olmuş muydu?" karşımdakinin muşmula suratlı Jungkook olduğunu unuttum tabii. Az önce romantiklik yapan tatlı adam aniden kayboldu. Peri masallarından çıkıp gelmiş o anın bütün büyüsünü bozan adam geldi ve gerçek dünyaya hızlı bir dönüş yaptık.

Gözlerimi devirdim. Ben bu adamı seviyordum gerçekten. Nasıl oldu asla anlayamayacağım ama gerçeği inkar etmenin bir anlamı yoktu. Gülümsemem yüzümde dondu ama sesimin sakin çıkmasına uğraştım.

"Bunu neden yapıyorsun?"

"Bilmem."

15. bölüm final 🌸

the neighborWhere stories live. Discover now