8-Risk

57 5 3
                                    

Viyana, 1833, Ekim

Ingrid halanın ahım şahım bir güzelliği yoktu. Bir güzelliğe ihtiyacı da yoktu. Kendini taşıyışı ve mağrur duruşuyla kelimenin tam anlamıyla akıl kaçırıcı bir asalete sahipti. Kızıl saçları başının üzerinde bir örgüden taç yapılmıştı. Boynundaki kırmızı yakutlarla bezeli gerdanlık parıl parıl parlıyordu. Göz alıcı, baştan çıkarıcı cesur bir kırmızı. Herhalde Leydi Ingrid de Viyana'da böyle bir kıyafeti hakkıyla taşıyabilecek tek kadındı.

    O idealize, görgülü ve asil Leydi profili, Ingrid halamı anlatmaya yetmeyecek kadar sığ kalıyordu. Keskin bakışlarına ve her zaman dik olan çenesine baktım. Bu kadın adeta bu yakutları boynunda taşımak, en şaşalı malikanelerde büyümek için doğmuştu. Bunun başka bir terimi yoktu. Odaya girdiğinde bütün havayı ağırlaştıran insanlardı. Böyle bir imaja sadece hayranlık duyabilir ve örnek alabilirdim. Viyana'daki etraflarındaki herkesin egolarını şişirmesini bekleyen erkeklerin böyle bir kadının yanında sönük kalmaktan korkacaklarına şüphe yoktu.

Fazlasıyla ilginç bir gece olacak, diye düşündüm.

    Ingrid halanın Adrian'ın annesi Leydi Felicia Gruber'dan sempati ile bahsettiğini duymuştum. Bu akşam onu görebilmek isterdim ancak bir araba kazası sonrası zaten epey yaşlı olan Felicia Gruber'ın odasını nadiren terk edecek kadar güçten düşmüş olduğu sır değildi. Oysa Adrian'ı nasıl bir kadının yetiştirdiğini merak ediyordum.

    Felicia Gruber ile alakalı duyduğum diğer şeyler hafızamda silikti. Hans'ın babası öldükten sonra Adrian ve Cassandra'nın babası, zengin bir Lord ile evlendiği kulağıma çalınmıştı sadece. Adrian'ın babası duyduğuma göre uzun süreli seyahatlerinin arasında eve çok nadir uğruyordu. İsmini bile hatırlamıyordum, beni ilgilendirmiyordu da.  Bütün enerjimi insanlar üzerinde Adrian ile beraber güçlü bir izlenim bırakmaya vermek zorundaydım, bunları düşünmeye ayıracak vaktim dahi yoktu.

At arabasının camından dışarıyı izledim. Tıpkı Wolf'ların evi gibi şimdi gitmekte olduğumuz malikane de şehir merkezinin biraz dışındaydı.

    Wolf'ların evi... Cassandra da bu akşam sergide olacaktı. Ve Adrian ve Cassandra ile olan yakınlığına bakılırsa büyük ihtimalle Benjamin de. Aklıma dolan endişelerle midemde alışıldık kasılmalar başladı. Kötü bir şey yapmamıştım. Ama nedense Adrian bunu öğrenirse ne olur kestiremiyordum. Cassandra ile Benjamin'in aralarındaki şeyi de bilmeyişi geldi aklıma. Benjamin ile Adrian ne kadar yakındı? Cassandra neden ilişkilerini abisinden bile gizleme gereği duymuştu?

    Kendimi dedikodular üzerine teori üreten Olivia gibi hissedince ellerimle yüzümü sıvazladım.

Bu gece üzerimdeki kıyafet ve koluma bir aksesuar gibi takacağım Adrian zaten hedefime ulaşmamı sağlayacaktı. Benim asıl endişelenmem gereken şey sessiz profili oynamaya devam etmek olmalıydı. Kontrol manyağı olduğu apaçık ortada olan ucubeye şüphelenmesi için koz veremezdim. İlk başta tökezlesem de Adrian bana devam etme şansını kendi sunmuştu. Bu müttefikliği mahvedersem gerçekten elimde tek bir şey kalmazdı ve bu yüzden tek odak noktam adımlarımı düzgün atmak olmalıydı.

Aklımın karışıp dikkatimin dağılmasından, düşüncelerimin bulanmasından nefret ediyordum. Neyi istediğim ve ne yapacağım belliydi. Viyana'da olabildiğince hızlı şekilde Hans ile olan hesabı kapatmalıydım. Sonra da ebediyen bu şehirden uzakta kalacaktım.

    Gruber'ların malikanesine vardığımızda güneş batmak üzereydi. Kızıla boyanmış gökyüzünün altında büyük malikane ve bakımlı bahçesi bir peri masalından çıkmış gibi görünüyordu. Malikanenin geniş ahşap kapıları sonuna kadar açılmış, giren her ziyaretçiyi karşılamaya hazır uşaklarla doluydu. Araba tam girişin önünde durdu. İçgüdüsel olarak kapıya uzanmak istedim. Ama onun yerine yumruklarımı sıkıp kapımın benim için açılmasını bekledim.

Bağdat'ın Ötesi (TAMAMLANDI)Where stories live. Discover now