5-Sanrı

47 11 13
                                    

Viyana, 1833, Ekim

Atan kalbimi kulaklarımda duyabiliyor, terleyen ellerimin titremeye başladığını hissedebiliyordum. Ancak dağılmanın, telaşa teslim olmanın sırası değildi. Bir kez daha kendi paniğim yüzünden karşımdaki şeye şahit kalamazdım. Tırnaklarımı avucuma bastırıp kendime gelmeye çalıştım.

Nefes al.

Sakinleşince, zamanında adını unuttuğum bir hocanın bana inatla ezberlettiği şeyleri hatırlamaya odaklandım.

Bir sara nöbeti genelde 30 saniye ile 2 dakika arası sürer.

Derin bir nefes alırken hızlıca yere diz çöktüm. Hafızamı biraz zorlamam gerekse de talimatları hatırlıyordum.

Hasta nöbet sırasında boğulmayı önlemek için yan yatırılır.

Ellerimin altında baştan ayağa kasılıp gevşemeye devam eden vücudu yan çevirdim. Paniğimi görmezden gelmekten başka seçeneğim yoktu.

Başına darbe gelmesini önlemek için başının altına bir yastık yerleştirilir.

Etrafıma baktım. Arkamdaki kanepedeki minderlerden birini çektikten sonra Benjamin'in başının altına koydum. Sağa ya da sola düşmediğinden emin olmak için bir elimi omzuna yerleştirirken kendi ellerimin de titrediğini fark ettim. Kendimi içinde bulduğum duruma inanamıyordum. Aynı şekilde ben onu görmeseydim ellerimin altında hızla atan nabzını hissedebildiğim Benjamin'in burada bu nöbetle tek başına yüzleşmek zorunda kalacağının da farkındaydım. Tüylerim ürperdi.

"İyi olacaksın," dedim gözlerimi üzerinden ayırmadan. Bu ona bir temenni miydi, yoksa bana bir teselli miydi emin değildim.

Benjamin'in güzel ama solgun yüzü acıyla kasılıp gevşiyordu. Yarı açık kahverengi gözleri sulanmış, nefesi titrekleşmişti. Az önce hayat dolu olan bir insanı böyle görmenin öngörülemez derecede sarsıcı bir yanı vardı. Ben de onunla beraber nöbet geçiriyormuş kadar etkilenmiştim önümdeki manzaradan.

"En fazla iki dakika," diye fısıldadım gözlerimi sımsıkı kaparken. O an, yıllar önce dadılarımın bana öğrettiği arapça duaları tekrarlamaktan başka yapabileceğim bir şey kalmamıştı. Sessizce, çocukken karanlıktan korktuğumda nasıl kendimi güvende hissetmek için mırıldandıysam aynı şekilde dua etmeye başladım.

Ben çaresizce hafızamın bir köşesinde kendine yer edinmeyi başarmış duaları fısıldarken Benjamin'in omuzları titremeye devam ediyordu. Beklemekten başka yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Sımsıkı kapadım gözlerimi. Midemden keskin bir bulantı geçti. Sanki gözlerimi açsam ellerimi yine ıslak ve sıcak kana bulanmış bulacaktım. Gözlerimi açarsam sanki yine her şeyin berbat oluşunu izleyecektim.

"İyi olacaksın."

Dualarım cevap mı buldu, yoksa iki dakika sonunda geçti mi bilinmez, kısa bir süre sonra Benjamin'in titremeleri yavaşladı, sonra da tamamen durdu. Hemen kontrol ettiğim nabzı yavaşlamış, nefesleri düzenli bir hal almıştı. Rahatlamayla derin bir nefes verirken omuzlarımı düşürdüm ve yüzümü titreyen ellerimin arasına aldım. Neredeyse oracıkta ağlayacaktım.

Benjamin'i salonun diğer ucunda gördüğüm anda etrafımı saran tanıdık panik hala vücudumda hakimiyetini sürdüyordu. Sonunda yerden kalkınca Benjamin'i kanepeye taşımam gerektiğini fark ettim. Nöbet geçirdikten sonra rahat bir şekilde dinlenmesi şarttı, en azından bunu paniklemeden yapabilirdim. Onu omuzlarından tutup kanepeye çıkarırken zorlanmamış olmamın nedeni paniğim miydi yoksa büyük ihtimalle hastalığı yüzünden Benjamin'in zayıf oluşu muydu, emin değildim.

Bağdat'ın Ötesi (TAMAMLANDI)Where stories live. Discover now