29. Bölüm ⏳

723 27 4
                                    

Bölüm Şarkısı: Gaye Su Akyol ~Bir Yaralı Kuştum

Yorumlarınızı eksik etmeyiniz. İyi okumalar!

Zaman bir kuşun kanadına takılıp gitmişti. Bazen duraksar gibi olup dengemi şaşırtmış bazen de yetişmeme bile izin vermemişti. O kaçmış, ben kovalamıştım. Oysaki aynı hizada olduğum şeyi kovalayamazdım, bilemedim.

Bu zaman, benim yaralarımı iyi etmişti. Ruhumdaki yaralar, hayatıma aldıklarımla; bedenimdeki yaralar da merhemlerle iyileşmişti. Hâlâ göğsümün üstünde de altında da yara izi olduğu doğruydu ama yine de idare edebiliyordum. Bu süreçte annemden sürekli kaçmıştım. Anne yüreği, anlardı o. O çiçek kokan elleriyle beni severken hisseder gibi eli sürekli göğsümün üstüne gidiyor olsa da bir şekilde elini tutuyor ve engelliyordum. Babamın ise gözü hep üzerimizde geziniyordu. Aşır'ın yapacağı tek hatayı bekliyor gibiydi. Aslında o hata olmaması için bekliyor demek daha doğru olurdu.

Aşır'ın tarafında ise hareketli dönemler vardı. Seyran İstanbul'a taşınmıştı. Başlarda Asiye halayı bırakmaktan çekindiği için bunu yapamasa da Asiye hala anlamış ve göndermişti. Kendi ayakları üzerinde durmak istediği için bizimle kalmıyordu. Aşır bu yüzden çok gergindi. İçine kapanık biri olduğu için tek başına hayata atılmasını onu çok korkutuyordu. Tekrardan koruyamamak onu endişelere sürüklüyordu. Ve bize ne kadar belli etmemek için uğraşsa da Gökmen ile görüştüklerini öğrenmiştim. Başlarda utanıp söyleyemese de sonra dayanamayıp söylemişti. Onları gerçekten yakıştırıyordum. Kuzenim diye onu melek gösterecek değildim ama o gerçekten melek gibiydi. Doğru bildiği yoldan bir an olsun şaşmamıştı. Seyran'ın kırık kanatlarını belki düzeltemezdi ama ona kanat olmak için hazırdı.

Fahriye Hanım ve Nisa da buraya gelmek istiyordu ama Asiye halayı geride bırakamıyorlardı. Fahriye Hanım İzmir'e aşık bir kadındı fakat yaşı ilerliyordu ve her anını torunlarıyla geçirmek istiyordu. Tugay oradaki işleri çok iyi idare ediyordu ve orayı da çok seviyordu. Herkes gelse de o bir şekilde orada kalmaya devam edecek gibi duruyordu. Ama aklı Seyran'da kaldığı için bu bir ayda birçok defa gelmişti. Seyran onların kırmızı çizgisiydi. Artık benim için de öyleydi. Arman'dan, Agah'tan ve Gökmen'den ayırmıyordum onu. Bilemezdim böyle büyük bir aileye sahip olacağımı. Bir adam gelecek; beni benden edecek beni de hayat döndürecekmiş, şaka gibi gelirdi. Şaka, en büyük doğrum oldu.

O güvenli kolları arkadan belimi sardı. Dudakları açıkta kalan omzumda yerini aldı. Kafamı yana eğip yanağımı başına yasladım. "Her şeyin bitmesine az kaldı öyle değil mi?" dedim sakince. Onun dudakları hâlâ omzumda, gözleri yerdeydi. Ben de sonsuz gökyüzünü izliyordum camın ardında. Kafasını hafifçe kaldırdı. "Bunu demeyi o kadar çok istiyorum ki. Düğümlerin sonu gelmiyor, sondaki kişiyi de bir türlü bulamıyoruz." Elimi yanağına koyunca dudakları avucuma kondu. "Bana şiir okusana, ruhum huzurla dolsun istiyorum. Seninle ve ruhunla harmanlaşan şiirlerle dolayım istiyorum." dedim kısık bir ses tonuyla. Beni kırmadı ve kelimeler dudaklarından firar etti.

"Hep böyle çocuksu mu bakar senin gözlerin?
Hep böyle içinde uzak bir ışık mı yanar? Bakışlarında beni dinlendiren bir şey var; kıyısındaymış gibi en sakin denizlerin...
Bir yelkenliyim şimdi ben senin limanında
Fırtınalardan geldim sende dinleniyorum.
Bu huzur, bu sessizlik hiç bitmesin diyorum; En eşsiz dakikalar sürsün senin yanında...

Hiç yumma gözlerini, ışığın eksilmesin, Gündüzüm aydınlığım, ipek böceğim benim!
Güz bahçemde açılmış o son çiçeğim benim!

Yorgun kalbim seninle elem nedir bilmesin; Ayırma gözlerimden çocuksu gözlerini,
O sakin o yalansız, o kuytu gözlerini."

Yakamoz Güzeli |Lahza|Where stories live. Discover now