Acının tatlı tebessümü - Bölüm 19

1.2K 171 45
                                    

Merabalar efenim, nasılsınız? İyisinizdir inşallah. Yazarınız artık yüksek lisans öğrencisi olduğu için bundan sonra biraz bölüm yazmakta zorlanacak ama elimden gelenin fazlasını yapacağım

Biraz uzun bir ara oldu dimi? Aslında bölümü şimdi yayınlamayı hiç düşünmüyordum, hatta baya uzun bir bölüm olacaktı ama devamını diğer bölüme sakladım. Sizi daha fazla bekletmek istemedim.

Vote vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayınız.

Bölüm şarkısı: Corey Harper - Blind


We're stuck in this again
What I'd give to be hit by the wind
From the air that your breathing in
Taking off when you land
Different sides of the street that
Don't meet while we stop and restart again
Stop and restart again

Güneşin doğmasına bir saatten az bir zaman kalmıştı. Hafif açık bırakılmış arabanın camından yüzümü hoş bir esintiyle yalayan ılık rüzgarın uçuşturduğu uzamış saçlarım, gözlerime girse bile rahatsızlık vermiyordu. Bakışlarıma gölge gibi inen saçlarımın ardından bakışlarımı birkaç saniyeliğine kısık şekilde çalan radyoya çevirmiştim. Uzun zamandır çalma listemin favorisi olan tanıdık şarkının içimi ısıtan melodileri kulaklarımdan ruhuma akıyordu sanki. 

You know I have no one else to call
'Cause the closer I get
To getting over it
The further I fall

Bu şarkıyı her dinlediğimde şarkıcının benim için, benim yerime kelimelerini müzik eşliğinde hayata haykırıyormuş gibi hissediyordum. Kelimelerimin kuruduğu yerde bir başkası benim için kalemi eline alıp siyah mürekkebi hayat çizgisinden geçirirken, bu şarkının sözlerini de araya sıkıştırmış gibiydi. Kısaydı ama özdü.

Oh, we're stuck in different time zones
Are you and answering the same phone?
It's like I'm loving you with eyes closed
Guess, I'll go blind 

Nakarat kısmında geçen sözler yüzüme küçük bir gülümseme kondurduğunda yorgun bakışlarımı Minho hyunga çevirmiştim. Yeni uyandığı için kısık gözleriyle dikkatli bir şekilde yola bakıyordu. Uykusuz günlerin ardından uyuduğu birkaç saatlik uykunun gücüyle açık tutmaya çalıştığı gözleri, dağılmış görüntüsüyle bile o kadar mükemmel görünüyordu ki yüzüne bakışlarım her kaydığında bir kez daha şaşırıyordum. 

Yorgun yüzündeki en dikkat kesici kısım dudaklarında asılı kalan hoş gülümsemesiydi ki bu da yüzümdeki gülümsemenin daha da büyümesine neden olmuştu.

"Neye gülüyorsun?"

Yüksek sesle konuşursam ortamın büyüsünü bozacakmışım gibi çıkan kısık sesim, ikimizin arasında bir balon gibi patladığında Minho hyung uykulu gözlerini yüzümü çevirmişti. Yüzümdeki gülümsemeyi gördüğünde gülümsemesi daha da büyümüş, "Asıl sen neye gülüyorsun koca göz?" diye sorduktan sonra bakışlarını tekrar yola çevirmişti.

Dağılmış saçları alnına dökülmüştü. Birkaç saat önce gırtlağına kadar düğmelediği gömleğinin şu an üstten üç düğmesini açmış, boğazından göğsüne kadar inen yaranın net bir şekilde görünmesine neden olmuştu. Galiba artık o da gizlemeye çalışmaktan yorulmuştu. Çünkü bakışlarımın ara bir boynuna kaymasına rağmen rahatsız olup o yarayı kapatmaya çalışmamıştı.

Kafamı cama yaslayıp yan bir şekilde dönerek yüzünü izlemeye başladığımda kaybolan gülümsemesi tekrar yüzüne yapışmıştı. Benim aksime, ben tarafından izlenilmeyi seviyordu. Ona olan hayran bakışlarım her yüzüne kaydığında dudaklarına konan küçücük ama içten gülümseme bu halimden ne kadar da memnun olduğunu her seferinde net bir şekilde gösteriyordu bana. O bir tabloydu. Ve ben de uzun zamandır o tablonun karşısına geçip o tabloyu büyük bir hayranlıkla izleyen elleri boyalı, kalbi yorgun bir çocuktum.

𝑴𝒐𝒏𝒐 𝑵𝒐 𝑨𝒘𝒂𝒓𝒆 / MinSungWhere stories live. Discover now