Final

998 142 44
                                    

Temmuz ayında olmamıza rağmen fazla gürültüyle yağan yağmur damlaları, önümdeki pencereye hızla çarpıp aşağı süzüldüğü saniyelerde kulağımdaki telefon gitgide daha da ısınmaya başlamıştı. Bir elimde tuttuğum telefon, diğer elimdeki çatalla dakikalardır pastayı eşeleyip duruyordum. Durumun ne olduğunu, olanları, ne yapmamız gerektiğini ilk önce doktorundan, şimdiyse annesinden dinliyor olmak vermem gereken kararın ne denli büyük sorumluluk gerektirdiğini önüme dağıtmıştı bir anda.

"Anlıyorum, yapmamız gereken sadece bu değil mi?"

Üzgün duygularımı çabasız bir şekilde sesime yansıttığım için bayan Lim derin bir nefes alarak bir an duraksamak zorunda kalmıştı. Bana iki seçenek sunmuştu ve içinden birini seçmek zorundaydım. Yine kendimin farklı bir seçim şansım yoktu. Neşeyle şakıyan sesi her zamankinin aksine o kadar donuktu ki benim de söyleyebileceğim pek bir şey yoktu.

Önümdeki boş sandalye yere sürtünüp geri çekildiğinde pastaya diktiğim bakışlarımı yukarı kaldırdım. Kafasını omzuna yatırmış, yüzündeki gülümsemeyle göz kırpan çocukla birlikte kalbimdeki endişe bir anlığına yok olmuş, dudaklarıma bir gülümseme olarak geri dönmüştü. Masanın üzerinde duran elimi ellerinin arasına alıp dudaklarını bileğime yasladığında, dokunuşunu ilk kez hissediyormuşum gibi kalbim çimlerin arasında açan papatya kadar masum ve temiz hissetmeme neden olmuştu.

Oturduğum yerden kalkıp yanına oturarak kafasını kendime çekip dudaklarımı şakağına bastırmış, "Tamam o zaman, anladım. İyi günler, görüşürüz." diyerek telefonu masaya koyduktan sonra kolumu boynuna dolayarak kendime çekip sıkıca sarıldım. Akmaya başlayan mor saçlarını yağmur ıslatmış, şampuanın kokusuyla birbirine karışmış gibiydi. Dakikalarca sarılı kaldığımız o süreçte seçmem gereken bir karar vardı. Hangisini seçersem daha az yorulurduk diye iyice düşünmem gerekiyordu. Geçen bu aylarda o kadar çok yorulmuş, birlikte ağlamış, sarılmış ve tekrar ağlamıştık ki artık, sadece ama sadece gülümsemeye ihtiyacımız vardı. 

"Bugün terapimin son günü olduğu için artık daha özgür hissediyorum koca göz."

Kafedeki birçok gözler bizim üzerimizde olmasına rağmen onları görmezden gelerek dudaklarımı saçlarına yaslayıp art arda öpmüştüm. "Seninle gurur duyuyorum, seninle öyle çok gurur duyuyorum ki bu gurur artık bedenime, ruhuma sığmıyor, kalbimden dolup taşıyor. Teşekkür ederim, hyung."

"Niçin?"

"İyileştiğin için, sonuna kadar savaştığın için teşekkür ederim." Gitgide çatallaşan sesim yüzünden bir an duraksasam da derin bir nefes alarak gülümsedim. Zaten çok geçmeden kollarımdan ayrılan hyung geri çekilip dikkatlice yüzüme baktığında gülümsemem daha da büyümüştü. Artık gerçekten iyileşmişti. Gözlerindeki var olan ışık hâlâ oradaydı ama artık daha sağlıklı bir ışıltıydı. Daha parlaktı. Yanaklarındaki hafif kızarıklık, sarıldığım için dağılmış saçları, bir hafta önce heveslenip ama sonradan pişman olduğu burun piercingiyle o kadar güzeldi ki onu izlediğim her saniyede kalbime oluk oluk huzur akıyordu.

"Sen olmasaydın başaramayacağımı, hatta başlamayacağımı biliyorsun değil mi Jisung? Sen olduğun için, varlığını hissettiğim için iyileşmeyi seçtim biliyorsun değil mi?"

"Tabii ki de biliyorum, ben olmazsam yaşamazsın, yemek bile yiyemezsin sen." Muzip çıkan sesim ortamın havasını değiştirmeye çalışıyordu ama hyung söylediklerimi "Öyle, sen olmazsan yaşamam." diye daha da ciddileştirdiğinde derin bir nefes alarak ellerini tuttum. Artık konuşma yapmam gerekiyordu ama o benden önce davranarak "Annemle konuşmuşsun anladığım kadarıyla." dediğinde istemsizce gülümsemiştim. Onu tanıdığım aylarda beni artık o kadar iyi analiz ediyordu ki benim bir şeyi söylememe gerek kalmadan o işi benim için hızlandırıyordu.

𝑴𝒐𝒏𝒐 𝑵𝒐 𝑨𝒘𝒂𝒓𝒆 / MinSungWhere stories live. Discover now