2. Bölüm: Tarifsizliğin Melodisi

363 21 137
                                    

      Allegretto Kalesi

      3 Ekim 1795 – 11.11

      Bazen dünyayı devasa bir kaleden farksız görüyorum; yalnızca hücrelerim ölümün kaçınılmaz nefesine teslimken kurtulabileceğim... tek özgürlüğüm gökyüzü. İçinde hapsolduğum anlamsız dünyadan, iplerinden arınmış yıldızları seyretmek; her birinin etrafında dönen envaiçeşit kaleyi düşlemek... bu his beni soluksuz bırakıyor, tutsak kaldığım kalenin tek kurtuluş yolundan sapıyorum. Sonra, surların dışından kafatasımı ve kalbimi sırasıyla delen zehirli oklara hedef oluyorum. Acılarım beni kaçınılmaz soruya sürüklüyor: Peki, ya büyük bir yanılgıya düşmüşsem? Yıldızlar da tıpkı benim gibi kalesine mıhlanmışsa? Bu düşünce, beni saptığım yoldan geri dönmeye zorluyor; nihai bilinmezliğe...

      Kapının tıklanmasıyla Donatella, karaladığı satırları apar topar ahşap masasının sağ gözüne yüzükoyun yerleştirdi. Tek satırı bile kendisiyle Tanrı arasından sızmamalı; Allegretto'nun leydisi duruşunu daima korumalıydı. Bunu başarmaksa çocuk oyuncağından farksızdı; otuz altı yılına asırlar sığdırdığı yaşamı, onu buz dağlarının bile yıkamadığı bir gemiyle yaşam nehrinin hedef noktalarına birer birer ulaştırıyordu. Otoritesi çevre kasabalara yayılan Allegretto leydisinin hoşnut olmayacağı bir tutumda bulunmak ise kale hizmetkarlarının en büyük korkusuydu. Korkularının kaynağı, Donatella'nın tehditkarlığı ya da gaddarlığı değil, ölüm keskinliğindeki hükmedici bakışlarının şefkatiyle dansıydı. Allegretto'nun diğer kasabalardan en büyük farkı tam olarak bu olmalıydı: Donatella'nın ışıltısıyla tüm kasabaya nakşetmesi... yeri geldiğinde, en heybetli gladyatörleri dize getirebilecek kadar deneyimli bir savaş geçmişine -diğer leydilerden farklı olarak- sahipken, kale yaşantılarının düğüm noktalarında yalnızca vahşi bakışını, ardından şefkatini tezahür ettirmesi, kalenin tüm ahengini korumasının mimarıydı. Sonsuz renk paletinin en cesur tonunu yaşam tuvaline aktarması, bu farklılık kapısının tek anahtarı değildi. 

      Diğer anahtar, Donatella'nın kapı sesiyle toparlanmasına sebep olan Geoffrey'di. 

      "Geoff? Girebilirsin."

      Geoffrey, kapıyı girebileceği kadar araladı. Elinde kırmızı elmaların ağzına kadar dolu olduğu örme bir sepet vardı. Başını geniş odayı kaplayan bordo kilimden ayırmaksızın kapıyı kapatıp, Donatella'nın oturduğu sallanan koltuğun karşısındaki düz, ahşap sandalyeye yerleşti. Otururken temkinliydi çünkü bu antika Thonet sandalyeyi yalnızca Geoff'un kullanabildiğinden tüm kale hizmetkarları haberdardı. Hiç değişmeyen soğukkanlı yapısı, yüzünde bir imza gibi bıraktığı tebessümü ve Donatella'nın satırlara karaladığı kale tasvirine ait değilmişçesine özgür duruşu, Geoff'un itaatkar tavırlarının sebebinin leydisine duyduğu korku olmadığını hissettiriyordu. 

      "Bu elmaları cennetin kaçıncı katından getirdin Geoff?" dedi Donatella. Bir dakika önceki karamsarlığından eser yoktu. Geoff gözlerini kapatırken yanıtladı.

      "Siz var olduğunuz sürece bunun bir önemi yok leydim."

      Geoffrey, Donatella'nın otoriter bakışlarını hükümsüz bırakıyordu. Sepetten çıkardığı iri elmayı takdim etti. Donatella, Geoff'un gözlerindeki satır aralarını okurken elmadan küçük bir ısırık aldı. Aralarında, ucu zifiriye sürüklenen ve gitgide açılan bir boşluk oluşmuştu. Ne Donatella ne de Geoff kımıldıyordu; odada yalnızca Geoff'un ritmik ve sakinleştirici nefes sesiyle Donatella'nın küçük lokmasını sonsuza dek çiğneyebileceği edası varlığını hissettiriyordu. Donatella, elmayı masaya bırakırken aralarındaki dipsiz boşluğu en kızgın lavla doldururcasına haykırdı. 

KA | Makrofelsefe RomanıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin