6. Bölüm

52 11 57
                                    


Shu, gözlerinde boğulmak istiyorum, nasıl bir sanat eserisin sen


geri dönüş yapmanız beni fazlasıyla mutlu ediyor :)


keyifli okumalar dilerim...



Parti faciası normalde beni gerçekten de çok fazla üzerdi ama şimdi ise bu konuda endişelenmiyordum bile. Partide eğlenebileceğimden çok daha değerli bir eşya bulmuşum gibi hissediyordum çünkü. Odama geldikten sonra pijamalarımı giymiş dağınık , kumral saçlarımı yatakta dinleniyordum. Şafak vakti gittikçe yaklaşırken algılarım daha da artıyordu. Sanki her şeyi anlayabilecekmişim gibiydi, ne olursa olsun hissedebilecekmişim gibi. Kanım geçen seferki gibi kaynamaya devam etti. Büyük bir olay yaşanacağı belliydi. Kendimi heyecanlı hissediyordum. Bir şeylerin gerçekleşmesini bekliyordum aslında. Yatağımda sırt üstü yatarken haçı daha da yukarıya kaydırdım ve nazikçe havada ağır ağır süzülüşünü izledim. Eşyalardan enerji aldığım oldukça nadir oluyordu ve bu haçta onlardan biriydi. Sanki içinde yaşam enerjisini bulunduruyordu. 

 Dediğim gibi normalde inançlı biri olmama rağmen bu haç beni büyülemişti. Tanrıdan gelen bir istek miydi? Beni kendisine mi çağırıyordu? Tanrının yeryüzündeki rastgele bir insanı çağıracağını pek sanmıyorum. Üstelik tanrının böyle bir şey yapacağını da sanmıyorum. Sahibi kimdi acaba? Neden orada bırakmıştı? Değerli görünüyordu, böyle bir şeyi isteyerek bırakmak saçmalık gibi geliyordu. Ya adadığı bir adaktı, ya da onu orada bırakmak zorunda kalmıştı. Haç çok fazla tozlandığı için odama geldiğimde onu dikkatlice temizlemiştim, bu yüzden parıl parıl parlıyordu. Tuttuğum elimde muazzam enerji akışı hissediyordum. 

 Kapımın sertçe yumruklandığını duymamla gerçekliğe ani bir geçişle döndüm. Ani sesten panik olduğum için biraz elim ayağım dolaşmıştı bu yüzden haçı cebime koydum. Bu saatte gelen kişiyi merak ettim. Umarım geçerli bir sebebi vardır.  Maalesef odamın kapısında bir delik olmadığı için kimin geldiğini göremedim. Biraz zaman geçerse gideceğini düşünsem de kapıya atılan yumruk sesleri git gide artıyordu. Bizim kızlardan birini umut etsem de yurda o kadar kolay giremezlerdi. Üstelik gelmeden önce bana haber verirlerdi.  Anahtarı yavaşça döndürdüm ve her kimse bana dert çıkarmamasını umdum. Eh, hayatta her istenilen olsa sıkıcı olmaz mıydı? Kapıyı aralığımda gördüğüm kişi yüzünden biraz şaşkınlık geçirdim, aslında Sakamaki'ler dışında yurtta kimseyle etkileşime girmemiştim, onlardan biri olması çok doğal olacaktı tabii. Karşımdaki sinirli yeşil gözler bana bakıyordu. Kıyafetlerini oldukça dağınık bir halde giymişti. Özensizliği bile güzel görünüyordu. Ayato, Laito'dan farklı olarak çok daha vahşiydi. Laito acı bir karamel gibiydi. Sesi melodikti. Ayato ise kelimenin tam anlamıyla kabaydı. Hareketleri, konuşması, bakışları... Yaptığı her şeyde kendini belli ediyordu. Kapıyı çok az aralamış olsam da Ayato kapıyı sertçe açtı. O kadar sert açmıştı ki, kapı duvara çarpıp oldukça yüksek bir ses çıkarmıştı. Gücü karşısında irkilmiştim. Yalnızca gücü değil, öfkesi, yüzünde anlam veremediğim o ifade. Karşı koyamayacağı bir şeyi bastırıyor gibiydi. İnce ve açık pembe dudakları gerilmişti. Arzu mu denilirdi buna?

"Oy, kapının önünde beni bekletmeyi nasıl cüret edersin?" Ayato'nun neden sinirlendiğini anlamadım. Alt tarafı kapıda birkaç saniye beklemişti. Her şeyden önce kapıyı açmak zorunda bile değildim. Duygularım Ayato'nun bencilliğine olan sinirime dönüşüyordu yavaş yavaş. 

"Ayato-kun bir şeye mi ihtiyacın vardı? Birazdan uyumam gerekli bu yüzden daha sonra konuşsak olur mu?" Daha sonra konuşacak falan değildim yalnızca onu kibarca kovmaya çalışıyordum. Ayato'nun ani gelişi ve her şeye sahip olabilirmiş gibi davrandığı o tavırdan gıcık olmuştum. Belki başka birisi olsaydı daha olumlu yaklaşabilirdim. Ama saat her iki günün yarısında yaşayan kişiler için de uygunsuz bir saatti. 

Yeni Bir Başlangıç-Diabolik LoversHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin