BÖLÜM 2

513 17 8
                                    

'Peki, senin hikâyen neydi Yasin Soykan?'

En son bunları düşünerek uyuyakaldığımı hatırlıyorum. Gözlerimi yavaş yavaş aralarken Yasin'in bana çarpık bir biçimde gülümsediğini ve dudak hareketleriyle 'Günaydın prenses.' dediğini gördüm. Bu çocuk beni ne sanıyordu ki? 5-6 yaşındaki sevimli, uslu, tatlı ve hanım hanımcık kız çocuklarından biri olduğumu mu? Ben hanım hanımcık olmayı 12 yaşımda bırakmıştım.

Direk koruma kalkanlarımı devreye sokup, en duygusuz, umursamaz ve soğuk bakışlarımı yolladım. Mesajımı almış olmalı ki birden bire gözlerinin ortasındaki ışık, alevler alarak her an bana ateş edebilecek ve bundan bir gıdım pişmanlık duymacakmış gibi bir soğukkanlılıkla yüzündeki o çarpık sırıtışı sildi.

'Bu çocuğun derdi ne böyle?'

Her zamanki gibi düşüncelerimi teneffüs zili böldü. Sınıftaki herkes rahatlamış ve teker teker çıkarken, başımı sağ tarafa doğru çevirdim. Benim ona koyduğum mesafeyi ve bakışlarımı taklit ederekten, benim üstümde denemeye kalkışmıştı. Bu demek oluyor ki az sonra kötü bir tartışma büyüyerek kavga olacaktı. Kendimden biliyordum. Her zaman böyle davranırdım. Karşı tarafın zayıf noktasını kullanarak onu yaralamak, hatta yalvartmak hoşuma gidiyordu. Bir zamanlar bu acıları çok çekmiştim. Herkes anlayacaktı, bu yüzden güçlü profili çiziyordum. Ama yaramın üzerine tuz basa basa iyileşmişti. Zayıf noktalarım, beni daha fazla güçlü yapıyordu. Kahraman Tazeoğlu'nun dediği gibiydi belki de hayat: "BAZI YARALAR SARDIKÇA KANAR."

Ruhuma birden nefret, sinir duyguları ele geçirirken, hızla kafamı sola çevirdim. Çevirmemle birlikte kafamda bir ten, tenin tene çarpma hissi ve acı verici bir darbe hissettim. Ardından sıcak bir sıvı.. Yasin Soykan, bana vurmuş muydu? Bir an ki refleksle  ayağa kalktığım gibi kolunu arkaya bükerek, bileğini çevirdim. En küçük bir tepki bile vermiyordu. Ama bu cesaretimden ve hareketlerimden afallamış gibiydi. Bu cümlede gibi kelimesi fazla kalıyordu, resmen afallamıştı. Yere kanım damlarken afallama sırası bendeydi, çünkü bu sefer o boşta kalan diğer eliyle benim bileğimi iri elleri kavramıştı. Ağzımdan istemsiz olarak bir inleme çıktı, ve ilk inlememdi. Çünkü ilk defa biri bana bu kadar fiziksel bir acı uygulamıştı.

Gözlerimiz bir anlığına denk geldi, ve kilitlendi. O sırada ağzından kelimeler dökülmeye başlamıştı bile.

"Kiminle oyun oynadığına dikkat et, benle oyun oynamayacaktın prenses."

'Prenses mi dedin? Ciddi misiniz Bay Soykan? Bu kelimeden nefret ediyorum, inanın.' Düşüncelerim beynimi istila ederken:

"Bana bir daha ASLA prenses deme." diyerek tehdit etmekle yetindim. Bu durumda, çenemi tutmam gerekmez miydi. Benden daha avantajlı olduğu kesindi. Konuşmadan önce, hele ki tehdit etmeden önce bir daha düşünmem gerekecekti bundan sonra.

Bu sözlerime aldırış göstermediği apaçık ortadaydı, karşılık olarak gözlerini devirdi, ve ardından çok eğlendiğini gösteren bir kahkaha patlattı. Gözlerinin tonunun, gözlerimin tonuyla aynı olması beni ürkütüyordu. Bugün ne kadar ürkektim böyle?

'Kendine gel Lavin! O kim oluyor, senin canını yakabiliyor ya? Aklını başına topla, ve kendini koru! Teneffüs neden bitmedi? Başka zaman olsa 2 dakika içinde biterdi? Neden bitmedi şimdi Allah aşkına!'

İç sesimle yaşadığım kavgalardan sonra, düşüncelerimi o korkusuz ses tonu tekrar kesti. Neden hep düşüncelerimi birileri kesiyordu acaba, merak konusuydu.

"Neden prenses demeyeyim prensesim? Yoksa o adamın hitabı mı geldi aklına?"

Bu sefer yüzündeki her hattın soğuk bir içimde kasıldığı, keyiften yoksun bir kahkaha attı.

DumanWhere stories live. Discover now