19. Bölüm

1.5K 112 10
                                    

Esma hanım yanımıza gelip siparişimizi sordu, ama ikimiz de birbirimize bakakaldık. O bir cevap bekliyordu, ben ise şoku atlatmaya çalışıyordum. Kadıncağız en sonunda bir olayın ortasına geldiğini anlayıp sessizce çekildi.

Yine önce konuşan Celil oldu.

-Bu kadar zor bir soru mu sordum?

Zor değildi aslında cevabı o kadar basitti ki, ama normal bir hayatta ve normal şartlar altında. Şimdi ise vereceğimiz bir karar asla sadece ikimizle alakalı olamazdı. Bunun doğuracağı sonuçlar herkesi paramparça edebilirdi.

-Zor değil ama bunu nasıl yapacağız hiç düşündün mü?

-Evliliği nasıl yapacağımızı az çok biliyorum, 30 yaşında bir insan olarak.

-Ne demek istediğimi anladın.

-Anladım ve düşünmek istemiyorum. Sonuçlara kafa yormak istemiyorum. Sadece yapmak istiyorum, seninle içimden geldiği gibi, istediğimiz gibi, sırf biz öyle istiyoruz diye her şeyi yapabilmek istiyorum.

-Sonrasını düşünmek zorundayız maalesef, bizim hayatımız bu çünkü. Her adımımız bir sürü insanı etkiliyor.

-Benimle evlenmek istemiyor musun Nazenin?

Sesi sabırsız ve huysuzdu.

-İstediğimi biliyorsun ama..

-Amalardan bıktım, neden benimle gözünü kapatıp önünü arkasını düşünmeden bir yola girmek seni bu kadar korkutuyor? Hiç mi güvenmiyorsun bana? Yoksa benim için o kadar riski almaya değmez mi geliyorum sana?

-Saçmalama, bunları nasıl söyleyebilirsin bana?

-Sana basit bir soru sordum ve kabul etmemek için elinden gelen her şeyi yapıyorsun çünkü.

-Gerçekten böyle mi görüyorsun? Basit bir soru? O basit soru dediğin içinde neleri saklıyor bilmiyor musun? Açıklayayım o zaman çünkü belli ki her şey sana çocuk oyuncağı geliyor. Öncelikle sen evlisin, belki unutmuşsundur. Aliye senden boşanır mı? Annen buna ne der? Herkes birbirine girince sen arada kalıp hepsini nasıl idare edeceksin? O evden gitmemiz gerekecek sonra, bunu kabul ederler mi? Sen onları geride bırakabilir misin?

-Bu söylediklerin kulağıma sadece bahane olarak geliyor.

-Bahane mi? Seninle evlenmemek için bahane mi üretiyorum ben?

-Tüm bunları ben de biliyorum, senden daha iyi hem de. Ama ben bunları sonunda sana ulaşacaksam alabileceğim engeller olarak görüyorum, sen ise bizi birbirimizden uzaklaştıracak engeller olarak kabul ediyorsun. Farkımız bu. Bence en büyük farkımız da birbirimiz için göze alacaklarımız. Ben her şeyi göze alıyorum, sen sadece rahatımızı bozmayacak kadarını. Çünkü hepsi, yaşayacağımız her şey sana değer. Sonunda benim karım olacaksan değer. Görüyorum ki sen öyle düşünmüyorsun.

-Bunları söylediğine inanamıyorum.

-Gerçekleri söylüyorum. Evden çıkarken annemin ima ettiği şeyi merak ediyordun, o evden taşınma niyetimden bahsediyordu. Çünkü ona söyledim. Seni alıp evden gideceğimi söyledim. Ama şimdi anlıyorum ki önce seninle konuşmalıymışım, vereceğin cevaptan bu kadar emin olmam hataymış. Sen annemle ve benim nikahlı karımla aynı evde yaşamayı tercih edecekmişsin meğer.

O kadar sinirliydi ki şu an ne söylesem bir anlamı olmayacaktı.

-Lütfen bana haksızlık etme.

-Ben mi sana haksızlık ediyorum? Nazenin delirtme beni, sana haksızlık etmemek için uğraşıyorum ben burada. Sen benim karım ol, evimiz olsun, kendimize ait bir hayat için herkesi karşıma alıyorum. Sana hak ettiğini vermek için çabalıyorum ama üstüne sana haksızlık etmekle nasıl suçlandığımı anlayamıyorum.

Gözyaşlarımı tutmak için dudaklarımı ısırdım, boğazıma bir yumruk oturdu kaldı. Onun tarafından bu kadar yanlış anlaşılmak, dahası onu böyle kırdığımı görmek kahrediyordu beni. Ama ağzımı açıp tek kelime söylesem katıla katıla ağlayacaktım biliyordum. Susmayı tercih ettim. Yerinden kalktı.

-Ben ağzıma kadar doydum, sen de evde yersin artık. Gidelim.

Ben de sessizce kalktım, Esma hanıma gidip bu seferlik böyle olduğunu başka zaman telafi edeceğini söyledi. Ben yüzüne bile bakamadım kadının hemen arabaya bindim.

Arabada telefonu çaldı, arayan beni tanıştırmak için bekleyen arkadaşlarıydı. Onlara da bir sürü bahane uydurup eve doğru sürdü arabayı. Bugünün böyle bitmesinden nefret ediyordum. İlk kez kavga etmiştik ve berbat bir histi. İçimden geçenleri ona söylemek istiyordum ama beni dinleyecek ya da anlayacak durumda değildi ki. Eve gelene kadar ikimizin de ağzını bıçak açmadı. Kapının önünde durduğumuzda kolunu tuttum.

-Şimdi değil ama sakinleşince beni dinleyecek misin?

Kolunu geri çekti yüzüme bile bakmadan konuştu.

-Benim işlerim var, sen in.

-Celil, benimle gel.

-İşlerim var dedim ya, sonra konuşuruz.

Çaresiz indim, eve girdiğimde yüzümden halimin anlaşılacağından emin olduğum için koşa koşa yukarı çıktım. Onlara bu zevki tattırmak istemiyordum. Odama girdiğimde o ana kadar tuttuğum ne varsa hepsi birden boşaldı. Dakikalarca ağladım. Onu kaybetmekten korkuyordum, kalbini kırmaktan, kendimden soğutmaktan. En çok da benim yüzümden kaybedeceği şeylerden, çekeceği acılardan.. Ya bir gün "değmezmiş"diye düşünürse diye korkuyordum.

Biraz kendime gelince odada bir tuhaflık olduğunu fark ettim. Dolapların kapısı aralıydı, kalkıp açınca içlerinin boş olduğunu gördüm. Çekmeceleri açtım teker teker hepsi boştu. Ne yapacağımı bilemedim, odanın ortasında öylece kalmıştım ki bahçeden ismimin seslenildiğini duydum. Aliyenin sesiydi, koşarak camı açtım. Tüm kıyafetlerimi toplayıp ufak bir dağ yapmıştı, elinde kibritle duruyordu. Ben çıkınca kibriti çaktı.

-Bu evde yerini unuttun, bak ben sana hatırlatayım. Böyle bir hareketimle yanıp kül olan süprüntülerin gibi bir gün sen de aynı şekilde kavrulacaksın. Kimse de yardımına gelmeyecek. Arkadan kimseyi bulamayacaksın. Alev alev yandığını karşına geçip aynı şimdiki gibi izleyeceğim.

Lafını bitirdikten sonra kibriti kıyafetlerin üstüne bıraktı ve hepsi bir anda alev aldı, Lale hanım da köşede durmuş izliyordu. Gözünü bir saniye bile ateşten ayırıp bana bakmadı. Ama içten içe yüzünün ifadesizliğinde bile aynı o ateş gibi yandığını, bana olan nefretiyle tutuştuğunu görebiliyordum.

Hiçbir şer söyleyemeden camı kapatıp içeri girdim. Hemen telefonu aldım, Celil'i aradım. Bu iş Aliyenin işi değildi, o tek başına böyle bit şeye cesaret edemezdi. Arkasında mutlaka Lale hanımın onayı ya da emri vardı.

Telefon defalarca çaldı, açmadı. Kapatıp bir daha aradım. Yine cevap yoktu.

-Aç şu telefonu Celil, aç.

En sonunda vazgeçtim, tüm akşam ışığımı açmaya bile korkarak odamda oturdum. Saat on olduğunda Celil hala ortalarda yoktu.

Yavaşça yerimden kalkıp cama doğru gittim. Bahçede giysilerim bir kül yığınına dönmüş öylece duruyordu.

Bir gün ben de böyle yana yana bu kül gibi mi olacaktım? Beni de bir kenara atıp gidecekler miydi? Kurtarmaya gelen kimse olmayacak mıydı? O an öyle umutsuzluğa kapıldım ki, gece vakti başıma ne gelirse gelsin o evden gitmeyi bile düşündüm.

Nerdesin Celil, nerdesin?

(10 beğeni sonrasında yeni bölüm gelecek, herkese iyi okumalar♥️)

VİCDANWhere stories live. Discover now