DG - 16

29.5K 1.6K 43
                                    

"Karşılıksız aşklar, ebediyen saklanan sırlara dönüşürdü. Uzaktan sevmek diye bir şey vardı." -Murat Menteş


Lara'dan

Ona olan aşkım çocukken hayran olduğumuz ünlülere duyulan hayranlık gibiydi. Çok heyecanlı, çekici, fazlaca ümitsiz, çaresiz, yetimdi sevdam. Tek taraflı, boğucu. Kimi zaman yıldırıcı... Kimi zaman da yaşama sevinci veren türden. Hislerim karmakarışıktı. Düşüncelerim, kalbim her şey birbirine girmiş durumdaydı. Hiç hazır değildim. Ne yapacağım, ne yapmalıyım? Bir doğrusu var mıydı bunun? Varsa da ben bulamamıştım. Büyülenmiş gibi gözlerimi üzerinden çekemiyordum. Eğer böyle bir şey mümkünse bakışımdan sızan buram buram özlem havaya karışıyor... Hissedebiliyorum.

Bakışlarının aniden topluluk içinde beni bulmasıyla irkildim. O da başta bocalar gibi oldu ama her zaman benden daha iyi bir oyuncu olmuştu. Hızla toparlandı. Bense darmadağın oluyorum o an. Tüm dünyam yerle bir. Eteğimde beş yıldır biriktirdiğim ne varsa etrafa savruluyor. O da bakışlarını benden çekemiyor, hayal olmadığını tam o an anladım. Buradaydı ve ben olduğumu farkındaydı. Aniden şok dalgası gibi beynimde yankılanan bir gerçek dank ediyor. Sahra Azad. O burada. Babasıyla aynı havayı soluyor. En kötü senaryoda veya belki de en iyi senaryoda ilk ve son kez bu kadar yakınlar. Onu görmesinden çok korkuyorum ama görmemesinden de bir o kadar korkuyorum. Anlamasından korkuyorum ama ya anlamazsa diye korktuğum kadar değil. Yargılamasından korkuyorum. Armina zihnimi okumuş gibi iç savaşıma dahil olmasa belki de asla aklımın içinden çıkamazdım.

"Lara, Azad." diyor ama devamını getiremiyor Armina.

"Sen ona bak. Şu an hareket edecek halde değilim Üstelik o da beni gördü." diyorum usulca. Nasıl giderim ki ben? O karşımda dururken ben, yine nasıl giderim? Gözlerine yıllar sonra kavuşmuşken nasıl yeniden hasretini çekerim? Bir de karşımda dururken Sahra'yı nasıl söylemeyebilirim? Neyle sınıyorsun beni Allah'ım? Ne yaptım ben sana? Zaten ne verdiysen geri almadın mı? Bir kızım kaldı geriye. Bir de canım. İç sesim bu kez de etraftaki alkış sesleriyle bölünürken Akın konuşmasını bitirip kürsüden indi. O an tepkisel olarak nefes nefese kaldığımı hissediyorum. Korkum mu daha ağır basıyor heyecanım mı kestiremiyorum.

"Defne, işte Cihan Bey," Gülümsemeye gayret göstererek müdire hanıma dönüyorum.

"Biz zaten tanışıyoruz. Seni tekrar görmek ne hoş." Toparlanmalıyım. Öyle dağıldım ki elim ayağım boşalmış durumdaydı.

"Seni de görmek çok güzel. İzninizle benim küçük bir işim var. Gitmem gerek." Müdirenin şaşkın, Cihan'ın anlamayan bakışları altında hızlı adımlarla ilerlemeye başladım. Kaçmam gerekiyordu. Yine, yeniden kaçmam gerek. Hayatım kaçmakla geçti. Ve istemeyerek yaptığım onca şey arasında nadiren de olsa iyi olanlardan biriydi Akın. Salonun kapısından tenha ince bir koridora girdim, olabildiğince hızla gözden kaybolduğuma inanmak istiyordum. Kapının pervazına elimi yaslayıp gücümü bıraktım.

Kalbim dörtnala atıyordu. Kilometrelerce yürümüş gibi hissetmem garipti. Yıllar sonra bana tekrar bakmıştı. Gözlerimin içine, en içine. Yine ruhumu okuyor gibi bakmıştı. Zoraki birkaç adım daha attım ama ayaklarım sanki yürümeyi unutmuştu. Tam koridordaki başka bir eşikten daha girecekken bir el kapının üzerinde beni sıkıştırdı. Hızla arkamı döndüğümde yeniden gözlerine yakalandım. Hoş dönmeseydim de gelenin o olduğunu biliyordum. Soluğuma karışan nefesi ve kokusuyla karşımdaydı. Gerçek olamayacak kadar güzel, bir o kadar ürkütücü...

"Lara, benden mi kaçıyorsun?" O an sadece gözlerimi kapatıp yakınlığının keyfini çıkarmayı düşünüyorum. Sesinin alaylı tınısını bile özlemişim. Adımı dört yıl sonra zikredişinin keyfini sürüyorum. Unutmamış! İçimdeki bir ses çığlık atıyor sevinçten. Ne kadar aptaldım.

Damatsız Gelin (Damat Serisi 1)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin