하나

3.6K 180 210
                                    

vraell-borderlines

uyarı!!
ficte psikolojik bir rahatsızlık üzerinden ilerlenecek bu yüzden eğer bu tür şeyleri okurken rahatsızlık duyanlar varsa şimdiden bırakmalarını rica ediyorum. hiçbir şey sağlığınızdan önemli değildir.

                                            ✨

benim hiçbir zaman seçme şansım olmamıştı bu rüzgarları her daim sert, acımasız ve hızla çarpan dünyada.

bomboş hissettiğim anlar öyle güzeldi ki. hani derler ya insanlar dolu olmalı, derin kişiliklere ve sözlere düşmeli.. o kadar yanlıştı ki benim bu içinden çıkamadığım labirentimde. huzurla dinleyebildiğim kendimi, etrafımdaki tüm sesleri birer birer ayırt ettiğim, onlara saygı duyabildiğim, takdir edebildiğim anlar öyle azdı ki; dopdolu bir zihin bana siktiğimin hayatına hiçbir şey kazandırmamıştı. derin biri olmak istemedim hiç.

insanlara canımın acısını nasıl anlatırdım ki.

beni anlarlar mıydı?

daha önemlisi, anlasınlar istedim mi?

istedim, fakat istemediğim anlar daha baskındı işte.

kendi zihnimden çıkıp da bir başkasınınkini anlamaya çalışamadım, dedim ya seçim hakkım yoktu ki benim. keşke bazı şeyleri daha iyi anlasam, daha çok gülümseyebilsem. her an krizlerim gelir korkusu ile yataklarından çıkıp kaçtığım insanların yanında sabah kahvaltısına uyanabilsem. yakın bir arkadaşım olsa mesela. beni anlayan, bana ya da bu bir çukurda bir dağın zirvesinde hallerime anlayış gösterebilecek. ama yok. insanlar bencil, işlerine yaramazsam neden bana katlansınlardı ki?

en iyisini de onlar yapıyordu. kimse bana katlanmak zorunda değildi işte.

eh dediğim gibi, hayatın bana sunduklarından nefret ediyordum.

aslına bakarsanız, yalan söylemeye hiç mi hiç gerek yok. ben bir noktada, her şeyden nefret ediyordum. viski hariç tahammül edebildiğim tek bir şey sayamazdım. onun da sabahında bana çektirdiği baş ağrısı yüzünden yavaş yavaş viskiden de nefret--ben.. kimi kandırıyordum ki? muhtemelen bir kaç yıl sonra ölüp gittiğimde mezar taşımın yanı başında bir viski şişesi duruyor olacaktı. muhtemelen beni umursayacak kimse olmadığından dolayı her şey biteceği gün birilerine mesaj atar ve bunu yapmalarını söylerdim. ölümün dahi ayık kalmasını istemezdim.

ayaklarım beni zar zor wicked'a yaklaştırdığında, bugünün cuma gecesi olduğunu dışarıdaki üniversiteli gençlerin gürültülerinden anladım. günleri takip edemeyecek kadar hayatı umursamıyordum belki de, ya da asla kullanmadığım telefonumu açıp bakmak için fazla düşük anlarımdan birinde olabilirdim.

"selam, geç gelirsin sanıyordum?" saçını geriye attıktan sonra bar tezgahının arkasından çıktı ve bana kocaman gülümsedi.

ah..

"sebep?"

sanki çok yanlış bir şey söylemişim, ya da onu alındıracak bir şey ağzımdan kaçmış gibi beni ayıplayarak baktı ve alay ile ellerinden birini koluma sürttü. bunu yapmasından hoşlanmıyordum, neden yapıyordu?

kendimi hemen geriye çektim.

"işe hep geç geliyorsun çünkü, bu senin karakterine işlemiş gibi bir şey, erken geldiğin için şaşırdım sadece."

"işine bak."

onu gerimde bırakarak sahneye ilerledim ve yerimi kapatmak için genelde erkenden gelen kadın vokalist ile karşı karşıya geldim. o da erken geldiğime şaşırmış olacak ki, bir kaç saniye boyunca elindeki mikrofonu düşürmemek için kendi ile savaştı. herkes bugün salakça davranıyordu demek isterdim fakat herkes her gün salakça davranıyordu, bu yüzden onu umursamadan tabureye oturarak mikrofonu ağzıma yaklaştırdım.

borderlines, yeonbinWhere stories live. Discover now