1K 123 119
                                    

sonata kay-you will fade

ağır bir paradoksun içinde yaşıyordum.

kendi ufak düzensizliğimin içinde kendime bir düzen kurmuştum, iyisiyle ve kötüsüyle. yoğun duygularımı, öfke ve yalnızlıktan tetiklenen karmakarışık düşüncelerimi bir şekilde kontrol altında tuttuğumu zannediyordum işte. bir kez terk edilen, her zaman terk edilir mantığıyla, korkularımın beni içime kapatmasıyla engel koyuyordum en ufak insan temasına, bağlarına. elimde olmadan yaptığım, kafamın içindeki iki sesin sürekli kavga etmesinden dolayı veremediğim dengesiz kararlardı bunlar. ben de istemezdim ki hiç böyle olmayı.

şimdi burada, buz gibi hastane koridorunda dikilirken buraya ne ara geldiğimi dahi anlamamıştım. öylece etrafıma bakarken kendi varlığımı dahi sorgulayacak hale gelmiştim. tüylerim diken diken oluyordu siyah kazağımın altında. kendimden korkmamaya çalışsam dahi, bir gün uyanıp tamamen farklı bir ülkede olurum diye öyle çekiniyordum ki zihnimden, herhangi bir şekilde anlatamayacağım duyguların tüm benliğimden dolup taşması gibiydi bu. sanki vücudumdan gözyaşları yerine tüm acımı akıtıyordum ufak lav topları halinde. şimdi sağa döndüm, bitkisel hayata giren, umutsuz hastaları koydukları koridor beni yeniden attı en kötü günlerime. sahi, gerçek miydi ki yaşadıklarım. pekte emin değilim ama tüm bu hislerin gerçek olduğundan emindim en azından. bana bu kadar acı veren şeylerin hayal olma ihtimali var mıydı ki?

odasına yürürken tökezledim, elimi solumdaki boş duvara yasladım hızla. buraya neden gelmiştim. gelmemeliydim. artık geride bırakmak istiyordum her şeyi ben. yatıyordu öylece işte. buğulu camların arkasından gördüm güzel yüzünü. beyaz teni bana dün peşimden ayrılmayan çocuğu hatırlattı. silkelendim.

koridorun ortasındaki yuvarlak büyük beyaz masanın tam ortasında oturan görevliye baktım. "içeriye girebilir miyim?" artık alışıldık. izin almama gülümsedi. "tabii." dedi.

korktuğum her şeyin içine düşüyor olmam da hayatımdaki en büyük paradokstu benim. yalnızlıktan korkuyordum ama terk edilmekten çekinen ruhum kimseyi kabul etmiyordu iliklerime. birkaç saatliğine yalnızlığımı gideren boş bedenlerden farklı olarak, gerçek bir şeyi asla elde edemeyeceğimi, o günlerin, gülümseyebildiğim anların bittiğini biliyordum.

yanına ilerledim usulca. ne de güzeldi. henüz yirmisinde olmasına rağmen, bomboş, soğuk odada yatıyordu. yaşıtları şimdi ne yapıyordu? üniversitedelerdi, belki sevgilileriyle bir film izlemeye gitmişlerdi. tuzu bol mısırlar yiyorlardı. ama o burada böylece yatıyordu.

adil miydi?

peki ya onu buraya mahkum eden kişinin benim söz dinlemeyen hareketlerimden kaynaklanan olaylar olması adil miydi, hiç sanmıyorum. beni vicdan azabından dolayı günlerce yemek yemesem dahi içimdeki acıyı attırmak istercesine, kapkara taşlar atmak istercesine kalbimden kusturan bir azaptı bu. ellerim kapalı gözlerine değdi nazikçe. acaba rüya görüyor muydu? ya da dedikleri gibi tamamen bitmiş miydi her şey. belki de biz yine bahçemizde tatlı kurabiyelerden yerken dizlerimde uzanıyordu uykusunda. onun cennetinde bana yer var mıdır ki?

"selam, kai. bir süredir yoktum, umarım rahat ettirmişlerdir ben yokken seni." yatağına otururken konuşmaya başladım derdimin dermanıyla. uzun kahve saçlarını okşadım, güzel parmaklarına tutundum. sopsoğuk elleri dahi vücuduma güç dalgaları salgılıyordu anında. "belki sen de beni özlemişsindir, üzgünüm ya, biraz kötü gibiyim bu günlerde uğrayamadım da yanına." uzanıp alnından öptüm.

göğsümün içinden yarıp çıkmak ister, özgür olmak ister gibi atıyordu kalbim şimdi. kahkahasını, bebek kokusunu öyle özlemiştim ki bomboş ruhumu bir anda pençeleriyle ele geçirdi özlem duygusu. ağlamaya başladım, yine ufak göğsüne yasladım alnımı. dayandığım tek yerdi, küçük erkek kardeşimin gücünü almak ister gibi sıktım parmaklarını. belki hissederdi. belki. tekrardan, yeniden, ikinci kez düştü aklıma geceden kalan gamzeli yüzü sonra. şefkatlerini karşılaştırdım istemeden. gözümün önünden ufak banyomuzda saçlarımı çekiştirirken ufacık gözleriyle beni izleyen kai geçti. ağlamaktan kızarmış gözleri, elleriyle tişörtümün ucuna dokunuşu. "abi, dur, çok korkuyorum." çok ağladı. "ben yanındayım abi, lütfen dur." o gece en çok duyduğum cümleler oluyor. beni daha büyük acılara sürüklüyor. hiç istemedim ona acı çektirmek. yine de, benim yüzümden buradaydı işte.

borderlines, yeonbinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin