717 110 99
                                    

ed sheeran-bloodstream

genel olarak gördüğüm kabuslardan hiçbir şekilde huzurla uyanmazdım. bazen çığlık atmamı gerektirecek kadar kötü olurdu uyanma evrem. uykumda da her şeyin beynimde yaşandığını hissettiğimden, gördüğüm şeyler bile suratıma gerçekliği vuruyordu. en azından orada zaten bilinçaltım, korkmayayım diyerek gördüklerini unutabilenler vardı. benim aksime.

titreyerek uyandığımdan, hala başı dizlerime yaslı olan çocuk biraz hareket etti. uyanır uyanmaz yanımda birini görmeyeli kaç yıl olmuştu? beş, altı yıl?

soobin dudakları hafifçe açık, birbirine girmiş saçlarıyla ve huzurlu yüzüyle tam önümdeydi. oturarak uyuyakaldığımdan dolayı ağrıyan belim ve boynum yüzümü ekşitse de içimde beliren korkularla kıyaslanamazdı bile. birazdan uyanacak, belki kahvaltı yapmak isteyecek, belki de sözünü tutarak hemen evimi terk edecekti. ben yine onu rahatsız eden bir çocuk olarak görmeye devam edecektim, belki bir kaç kez yine barda görür sonra yüzünü bile unuturdum. değil mi?

yine dengemin sarsıldığı anlardan birinin sınırlarındayım şimdi.

içimden bir yan soobin ile arkadaş olmak, artık süregelen bu berbat günlerimi düzeltmek istiyor, diğer yanım ise onu şimdi uyandırıp evimden kovmak istiyordu. zihnim de uğramıyordu bana dün geceden beri, sessiz düşüncelerim beni daha da bunaltıyordu.

üç hafta kadar önce tek başıma sahil kenarına gidip orada çok güzel bir gün geçirmiştim. her şey çok güzeldi. hayat güzeldi, ben güzeldim, ağaçlar güzeldi. kısacası şu an içinde olduğum ruh hali tamamen farklıydı. bir anda hiçbir uyarı olmadan değişen ruh hallerim yüzünden o kadar yorulmuştum ki zaten, bir yandan pes etmek istememin en büyük sebebi buydu. kendime ayak uyduramıyordum hiçbir şekilde. kendimden yorulmuştum. bir mutlu, bir mutsuz benliğim paramparça ediyordu kurduğum düzeni.

soobin hareketlenmeye başladı. onu uyandırmamak için oldukça sessiz, hareketsiz kalsam da sanırım hissetmişti.

"günaydın." gözleri henüz çok kısıktı. yeni uyanmanın getirdiği mahmurluğu büyük, kemikli elleriyle gözlerini ovalayarak geçirmeye çalışıyordu. üzerindeki kazağın sol omzu biraz açılmıştı. köprücük kemiğinin üzerinde siyah bir leke vardı ama göremedim şeklini. kendi yaptırdığım dövmeler düştü aklıma. birkaç tane olsa da, benim için anlamlı şeylerdi. soobin'in dövmesinin hikayesini merak ettim gereksiz yere. zaten birkaç dakika sonra hayatımdan çıkacaktı, ne diye merak duygum ağır bastı bilemedim.

"kusura bakma uyuyakalmışım böyle, seni de yormuşumdur." hala olduğu pozisyonu fark edince doğruldu hemen. hiçbir şey demedim. ne kadar boynum ve belim ağrısa da şikayetçi değildim pek. yine de, onun bilmesine gerek yoktu.

koltukta kolları dizlerine yaslı bir şekilde saçlarını karıştırdı birkaç saniye, sonra yüzünü ovaladı. elleri gerçekten çok büyüktü. uzun boyu ve verdiği sert havayla uyuşsa da bebek yüzüyle pek uyuşmuyordu. neyi beklediğini bilmiyorum ama bir süre karşısındaki cama baktı bir süre. havalar iyice soğumuştu. belki onu düşünüyordu. ya da onu kovmamı bekliyor olabilirdi. soobin'i incelemem gözlerime baktığında yarıda kesildi. göz göze geldiğimizde ayaklanıp mutfağa ilerledim. canım kahve istiyordu. sigara içmemek için kahveye yükleniyordum.

nazik olasım tuttu.

"kahve istiyor musun?"

o da teklifime şaşırmış gibi bocaladı biraz. kafa salladı sadece. ona da bir bardak koydum. oturduğu koltuktan kalkarken kırışmış siyah kot pantolonunu silkeledi. biraz etrafa bakınıp zaten hiçbir odası olmayan evimde gördüğü tek kapının banyo olduğunu anlayarak oraya ilerledi. ben ise sadece kahveye odaklanmıştım. kahvesini içtikten sonra gidebilirdi değil mi? hemen kovmam gerekmiyordu zaten gidecekti. evet. bu herhangi bir anlam taşımıyordu.

borderlines, yeonbinWhere stories live. Discover now