son tren

3.1K 431 215
                                    

Cam kırıkları, etrafa saçılmış eşyalar, kırılmış telefon, kurumuş kan lekeleri taşıyan elim...

Darmadağındı her şey. Evimden bahsetmiyorum, kendimden bahsediyorum; zihnimden. O kadar kötü geçmişti ki günlüğü okuma sürecim, her okuduğum şeyden sonra durup sindirmeye çalışıp tekrar okuyordum doğru mu anladım diye. Kelimelerin anlamlarını değiştirmek için çabaladım hep, 'yok' dedim, 'bu anlamda değildir.'. Hayır, o anlamdaydı. Hatta daha kötüleri de vardı ama yazmaya eli varmamış annemin, öyle yazıyor.

Sanırım benim hikayemde bazı şeylerin kırıldığı ve değiştiği an bugün oluyordu. Annem, benim yıllardır düşündüğümün aksine nefret edilesi biri değildi. Min Jun bana 'okumadım' derken yalan söylemiyordu yani, çünkü okusaydı ve
gerçeklerin tüm çıplaklığıyla yazdığını bilseydi bunu bana vermezdi.

Sırtımı duvara yaslamış bir şekilde yerde otururken elimdeki sızıyı umursamadan günlüğün sonunu okumak için çevirdim sayfayı. Gözlerim durmadan doluyor ve boğazıma yine o dikenli tellerden sarılıyordu sanki. Burnumu çekerken buğulu gözlerim yüzünden net göremediğim sayfayı yüzüme biraz daha yaklaştırırken boştaki elimle sildim gözümden akan yaşları. Derin bir nefes aldım ve 4 yıl öncesinin tarihinin yazılı olduğu sayfayı okumaya başladım.

"Hoşça kal oğlum. İçindeki çocuğun sevgisinin ölmesine izin verme ve sevgi dolu bir hayat yaşa. Tek dileğim bu günlüğün bir gün senin güzel ellerini bulması."

Kapattığım günlüğü sımsıkı tutup göğsüme bastırırken oturduğum yerden yana doğru kayıp kendimi komple yerin üstüne bıraktım. Sırtımı büküp bacaklarımı da karnıma çekerek istediğim kadar ağladım. Bunların hiçbirini hak edecek bir şey yapmamıştım.

Ne annemin hamile kaldığı için babamla zorla evlenmesini, ne şiddet yüzünden psikolojisinin bozulmasını ve benimle zamanında ilgilenememesini, ne de babamın bağımlılıklarının sinirini benden ve annemden çıkarmasını, hiçbirini hak etmemiştim. Çocuktum zaten daha, 5 yaşında bile değildim, neyin cezasını çekiyordum ki?

Daha da üzüldüğüm şey ise, yıllar sonra bugün bile yine onların acısını çekiyor olmamdı. Her ne kadar hastane odasında sadece sinirlensem de eve girdiğimde çok daha farklı şeyler çarpmıştı yüzüme. Babam yıllar sonra bile beni sevmiyordu. Çocukluğumdaki kadar kötü olmasa da yine de kötüydü işte. Kendime bile itiraf etmekte zorlandığım bir şey vardı ki o da bugün babamın benden özür dilemesini beklememdi. Aklıma geldiğinde kendime sinirlendiğim 'Acaba çok önemli dediği şey özür dileyecek olması mı?' düşüncesi beynimde yankılanıp durmuştu odaya girene kadar. Affedeceğimden değil ama, yine de pişman olduğunu, beni içten içe biraz da olsa sevdiğini hissetmek istemiştim. Hoş hepsi elimde patlamıştı ama neyse.

Ondan kendimden utanarak beklediğim sevgiyi annemin günlüğünde bulmuştum. O kadar güzel şeyler yazmıştı ki, okurken sürekli gözlerim dolmuştu. Annemin zaten edebiyatla ilgili olduğunu hatırlıyordum az çok. O psikolojisinin bozuk olduğu, sürekli ağlayıp cam kenarında sigara ve antidepresan içtiği günlerde bile elinde ince bir şiir kitabı bulunurdu hep. Günlüğünden belli ki o tutkusunu kaybetmemişti. Çünkü bir sürü sayfada bana yazdığı şiirler vardı. Bana şiir yazacak kadar sevmiş işte beni.

Annem bizi bıraktıktan sonra bir kliniğe yatmış, yani günlükte öyle yazıyor. Aslında günlük benim doğduğum gün başlıyor ama 1 yıl boyunca çok az yazılmış, sonrasında ise 4 yıl kadar uzun bir aranın ardından klinikteki günlerinden bahsetmiş hep. Ağır depresyonu kendine çok zarar vererek ve çok mücadele ederek atlatmış. Sürekli beni görmek istediğinden, ve babamdan beni onun yanına götürmesini istediğinden bahsetmiş. Gerçi o babama bir sürü mektup yollamış ama babam birine bile dönüş yapmamış, 'getirmem' bile dememiş. Annem bundan günlükte "Yeni ailesiyle mutlu olmakla çok meşgul, seni görmeme bile yardım etmiyor." diye bahsetmiş. Kalp kırıcı, hatta kalp parçalayıcı.

cardigan, tkWhere stories live. Discover now