Savaş/ bölüm 2

443 41 36
                                    

Bayılmış bedeni İngiliz askerleri tarafından sürüklenerek bir at arabasına bindirilirken hala baygındı. Bu sırada Prens Draco günlük rutini tamamlamış gibi eldiveninden eline bulaşan kanı bir bez yardımıyla temizliyor, savaş cephesinde kendisine ayırılan bölgede kahve tonlarında ki masasının üstüne yerleştirilen perşomen kağıdına çizilen haritayı inceliyordu ve Fransa topraklarından ne kadarını ele geçirdiğini düşünüyordu. Emrinde ki hizmetliler kendisine ayırılan bölgede ki eşyaları toplarken kahvesinden bir yudum aldı ve rahat bir şekilde tebessüm etti. Bu savaş için aylar boyunca çalışma odasından çıkmamış, çok emek sarf etmişti ve şimdi emeğinin karşılığını mükemmel bir sonuç ile alabilmişti çünkü elinde büyük bir koz vardı. Komutan ama kralın oğlu olan Harry Potter..

Cepheyi geride bırakarak görkemli at arabasına doğru yürüyüp bindi ve büyük bir coşku ile savaş alanından ayrıldı. Kendisine gelen zafer kutlamaları sadece bir boştan ibaretti, draco babasının onu tebrik etmesini istiyordu.. sadece babası yeterdi. Beyaz zarif eldivenli eli ile tuttuğu haritayı incelerken Fransanın çok yararlı bölgelerini ele geçirdiğini gördü. Yeşil gözlü komutanın bir an önce kaçmak istediğini iyi biliyordu ama büyük kozunu o kadar kolay kaçırmazdı.

Şık ve büyük arabasından inip coşkulu halkını selamladı ve halktan biraz daha yüksekte kalan kürsüye babasının yanına yerini alıp asil bir şekilde gülümsedi. Yanında da en küçük kardeşi Dylan Malfoy vardı, Kral Dylana yaklaşıp sırtını sıvazladığında Draconun gülümsemesi sönmüştü. "İyi işti."
Draco mavi gözlerinde ki kıskançlığını belli etmeden babasını ve kardeşinin arasında ki gülümsemeye şahit oldu. Draco aylar boyunca savaş için strateji geliştirmiş, fransızların zayıf noktalarını arayıp savaşta üstün bir şekilde galip gelirken kardeşi Dylan sadece arabasından savaşı izlediği halde babası tarafından övgüler alabiliyordu.
Peki Draco? O babasının gözünde bir hiç miydi?
Mimiklerini sabit tutup gözlerini babasının suratından ayırmadan yutkundu ve irerleyip tekrar halkını selamladı.







Sızlayan ve rozetlerle dolu kıyafetinin büyük bölümünü kan ile kaplayan yarası ağrımaya ve dayanılmaz bir acı haline geldiğinde Harry yavaşca uyanıyor ve kendine geliyordu. Etrafında ki ingilizce konuşan askerlerin ne dediğini anlaması biraz uzun sürmüştü, bulunduğu arabanın etrafında büyük bir sevinç gösterisi gerçekleşirken tüm bu kalabalık tek bir isimi haykırıyordu. "Yaşa Draco Malfoy!"

Karın bölgesinde yoğun bir sızı hissettiğinde kıpırdamadan acı hissetmemeye çalıştı ve gözlerini açıp daha önce hiç bilmediği, fransız usullerine uymayan bir arabadaydı. Hızlı bir şekilde elini derin yarasına bastırdı ve yanında ki iki askere de yumruklar savurdu. Kısa süre sonra yanında ki askerler bayıldığında araba durmuştu ve dışarıda ki uğultular yükseliyor, harrynin kulağını çınlatıyordu. Arabanın hareket etmeyeceğini anladığında hızlı bir şekilde arabadan çıkıp yarasını tutmaya devam etti ve büyük sarayın önünde ki kalabalığa karışmayı düşünürken kollarını askerler sarmış kafasına bir silah dayatılmıştı. Ne oluyordu böyle?.. Neredeydi ve bu askerler neden kendisini tutuyorlardı? Babası ve annesi ile beraber mutlu ailesi ile yaşadığı güzel sarayı neredeydi? Tüm bunları algılaması kulağında ki çınlama ile kısa sürerken askerlerin elinden kurtulmaya çalıştı ve yüksek sesle kalabalığa bağırdı, halk harryi bu halde gördükleri için sevinmişlerdi. "Papa va me trouver, salauds ! Vous avez ce putain de roi et votre pays sera dans la misère !"¹
Kral ve Prenslere küfürler ederken bir anda ağzına bir bez parçası bağlandı ve susturulup bir köpekmiş gibi yakasından tutularak halka gösterildi. Harry kendini sorgulamaya başlamıştı o anda.. ne olmuştu böyle.. nasıl kaybedebilmişti ve düşmanlarına boyun eğmek zorunda kalmıştı? Babası neredeydi? Neden burada tutuluyordu? Bir daha ülkesine dönebilecek miydi?  Kafasında ki tüm sorular bir bez parçası ile susmak zorunda kalıyordu.





Prens Draco halkı selamladı ve dik duruşu ile yüzünde ifadesiz bir şekilde sarayın büyük kapısından içeri girip arkasında bir kaç uşak alarak babası ve kardeşini geride bıraktı. Hızlı hızlı saray koridorlarından geçerken akıl hocası Snape'i gördüğünde durdu ve saygıyla hafifçe eğildi. Bir prensin bunu yapmasına gerek yoktu ama Draco Snape'e çok değer veriyor vaftiz babası olarak görüyordu.
Snape buz mavisi gözlerin sahibi olan Prense dikkatle baktı, az önce ki draconun gördüğü manzarayı kendisi de saray penceresinden şahit olmuştu ve draconun hissettiklerini biliyordu çünkü ufak olduğu zamanlarda bile yanında olmuş ona yol göstermişti. "Kılıcının her zaman zafer getirmesini kutlarım evlat." dedi ve omzunu hafifçe sıktı, ona babasının yokluğunu yaşatmaya asla izin vermezdi ve vermemişti de.

Mavi gözler bir süre kapanıp hissettiği sıcak duygularla gülümsedi.
"Rızanız için minnettarım ve ülkemizin zaferini kutlarım. Fakat izninizle şifahaneye geçmem gerekiyor." Snape Dracoya hoş bir gülümseme gösterdiğinde Draco hızlı adımlarla büyük merdivenleri çıkmaya ve uzun koridorlarda yürümeye başladı. Arkasında ki uşak onun hızına yetişememişti. "Efendim nereye gidiyoruz? Şifahanelerimiz yan koridorlarda." Draco bir kaç tutam uzun saçlarını geriye atarak uşağa soğuk gözlerle baktı. "Gerek yok, sen çekilebilirsin." Şuan yaraları vardı ama kendi odasında mimiklerini serbest bırakmak kendisine daha iyi gelecekti.

Odasına girer girmez üstünde ki kanlı zırh ve paçavraları bir kenara fırlattı ve aynadan kendine baktı, komutanın kılıcı boynunu hafif ama görünür bir biçimde kesmişti, babasının kendisine bakmasını istediği umutlu gözler ve komutanın intikam dolu yeşil gözleri gözünün önüne geldiğinde bunları düşünmek istemedi. Zira bugün en büyük kardeşi Damien Malfoyun nişan töreni vardı ve ona en mükemmel bir biçimde hazırlanmalıydı. Draco Damien'e hep saygı duymuştu ama onun taht için uygun bir varis olduğunu düşünmüyordu, tıpkı tüm övgüleri alanın Dylan olmaması gerektiği gibi...

Üstündeki kanın ve izlerin yıkanıp sterilize edilmesi gerektiğini bilerek odasının banyosuna geçti ve yıkanmaya başladı. Her yeri sızlayıp yanıyordu. Özellikle yaraları su ile temas ettikçe kanıyor ve kurumuş yerler temizlendikçe yaraları tekrar açılıyordu. Beyaz ve kaslı vücutta yaralar belli olurken umursamadı. Akan su kırmızı ve siyah olarak zeminde yol çiziyordu. "Neden ben değilim.." diye düşündü. Her şeyi yapmıştı ama asla ilk seçenek olamamıştı. "Neden.." hırslarına yenik düşüyor ve kardeşlerinden nefret ederek büyütülüyordu o da her soylu prens gibi.




Harry göz yaşının yere düşmesine izin vermeden kafasını kaldırdı ve direndi, ne olursa olsun bu lanet ülkeden kaçacak ve mutlu olduğu sarayına ailesinin yanına geri dönecekti. Askerler harryi tutmaya devam edip görkemli sarayın arka kısmında kalan zindanlara sürükledi ve boş karanlık bir hücreye atıldı. İki asker zorlanarak harryi tavandan aşağı sallanan zincirlere bağlamaya çalıştı, zorlanarak sadece bir elini zincire kilitlediklerin de Harry ağzında ki bezi indirip sert bir tekme attı ve askerin yere yığılmasını sağladı. Kısa boylu askeri yere serdiğinde diğer asker harrye bir kaç yumruk savurup burnunu kanattı ve çatlamış gözlüğünü tekrar kırdı. Burnu kanamaya başladığında başı dönmüş ve diğer eli de tavana bağlanmıştı, yarası uzun süre bayılıp kaldığında durmuştu ama her hareketinde kanayacak durumdaydı. Yarasını daha da kötüleştirmemek için ayaklarını yere değdirdi ve kendini tavana asılı bir şekile bıraktı.

Kraliyet | DrarryWhere stories live. Discover now