Bölüm 2

157 22 33
                                    

İyi okumalar dilerim...

Eylül'den anlatım...

Yara;

Gözlerimizi açtığımız her sabaha derin bir nefes alarak merhaba derdik. O an uyku mahmurluğu ile birçoğumuz bedeninin neresi acır bilemezdi. Lakin saniyeler sonra yataktan ilk adımımızı atacağımız o anda hayat kendini hatırlatır ve yaşananları zihnin en gizli köşesinden gözlerimizin önünde duran perdede canlandırırdı.

Acı böyleydi işte.

Kanı akmayan fakat her daim kendini hatırlatan sinsi bir yara. Leyla'nın koluna girip her zamanki yerimize doğru adımlamaya başladık. Onun hali boğazıma yumru olurken içimden bin bir lanet okudum o şerefsize.

Yorgun adımlarımızın durağı boğazı en güzel noktadan gören iki kişilik masamızdı. Sessizdik hiç olmadığı kadar.

Fatih abi ile göz göze geldiğimizde başımı hafifçe salladım. O yine leb demeden leblebiyi anladı. Çantamdan sigara paketimi çıkartıp masaya koydum. Leyla ise arkasına yaslanıp içine akıttığı ne kadar gözyaşı varsa dışarı vurdu. Tıpkı dalgalanan denizin poyraza yenildiği gibi.

Yenildi ve hıçkırıklarını serbest bırakarak ağlamaya başladı. Ne yapmam gerektiğini biliyordum. Ona dokunmamak hatta karşısında yokmuşum gibi davranmaktı görevim. Kısa bir süre sonra "oh" dedi. Masaya bıraktığım sigara paketine saldırdı ve ucunu acele ile yakarak derin bir nefes içine çekti.

Göz göze geldiğimiz anda "söyle Fatih abiye rakılar gelsin" dedi. Başımı 'hay hay' dercesine salladım. Fatih abi birkaç meze ve iki kadeh sek rakı getirdi.

"Abi be, sence biz bu kadarcık meze ve bir kadeh rakı ile doyar mıyız?".

Fatih abi ya sabır çekerek yanımızdan uzaklaştı ve yardımcısı fırlama Metin'i masaya yönlendirdi. Ona katıldım ve usulca ağlamaya başladım. Bu sessiz savaşın içinde düşünmeye başladım.

Sanırım zor olan bizdik. Ne istediğimizi bilmeyen arsız varlıklar halinde yaşarken aslında ne büyük oksijen israfı olduğumuzun da farkına varıyorduk. Ama ne çok nankör varlıklarız ki, acıya alışan benliğimiz hemen alışıyordu yeniden başlamaya.

Peki, güç neydi?

Biz insanoğlu sahip olduklarımızdan mı alıyorduk gücü yoksa hayatın verdikleri ile yetine bildiğimizde mi güçlü oluyorduk?

Oturduğum yerden kalkıp her zamankinin aksine daha ılıman bir şarkı açmak için taş plakların yerine doğru ilerledim. Ne varsa eskilerde vardır derler ya öyleydi işte. Hep o eski büyülü sesler ve anlaması kolay ama yaşanması zor sözcüklerdeydi değer.

İçimi çekerek ellerimi uzattım Müzeyyen ablanın yadigar bıraktığı hatıralara. Gözlerim sulandı ve derin bir nefes daha çektim içime. Bir şarkı seçtim ve Fatih abiye göz işareti ile plağı gösterdim. İkiletmeden yanıma gelip o da efkarlı bir iç çekti ve "geçti ömrüm" diyerek plağı gramofona taktı.

Birkaç adım atmıştım ki, o efsunlu melodi doldu kulaklarıma ve ardından toprak olmuş güzel yürekli kadının aşk sesi. İşte o an tutamadım hıçkırıklarımı.

Leyla arkası dönükken bir anda başını bana çevirdi. Bakışlarını es geçip hızlı yürüyüp yerime oturdum. Aramızdaki sessizlik devam ederken rakı kadehimi elime alıp dudaklarıma yasladım ve yudum yudum nefes almadan içtim.

Bittiğinde ise gözlerimdeki yaşlara inat tebessüm ederek "eee bu gece neye içelim bacım" diye sordum. Leyla ise başını olumsuzca sağa sola doğru salladı ve önünde duran kadehi benim gibi içmeye başladı.

SAKINCALI KADERİN AŞKA TUTULMASIWhere stories live. Discover now