6. BÖLÜM

153 72 92
                                    


Yaklaşan savaşın çanları.


Bir ünlem bırakın sesimizi duyurduğumuzu bilelim, bir noktalı virgül bırakın tek çaresizim kendiniz olmadığını görün.





Hız panelli gösteren ok son rakamların üzerinde yağmurda kalan kedi gibi titriyordu. Karakolun önüne geldiğim sırada hızımı düşürdüm başımda bu kadar dert varken bir de hız cezası ile uğraşamazdım. 

Mavi kırmızı ışıklı polis otolarının hemen yanına park ettim. Motorun üstündeyken kaskımı çıkartım saçımı havalandırdım kaskı önüme koydum motordan indim. 

Yüzüme mavi ışıklar saniyeler sonra yerini kırmızı ışıklara bırakıyordu. Karakolun önüne geldiğim sırada polis memurlarına baktım ardından tüm benliğimi bir hüzün kapladı. Gözlerimi oraya bakmamaya zorlansam da kendimi bakmaktan alı koyamıyordum.

Karakolun önünde devreye atan memurların yüzlerine değil, belindekilere odaklandım. Tabancalara, öylesine güzel ve siyahtılar ki avuçlarım kaşındı. Bellimin arkasında hissettiğim boşluk içimi yaktı. 

Utanmasam acelemi unutup şu köşede hüngür hüngür ağlayabilirdim. Ne yazık ki buna ayıracak vaktimde metal sağlığımda yoktu.

Gözlerimi silahlardan yüzümü buruşturup hızla çektim bunun nedeni ise beni kötü yapması değildi polis memuru sağ ellini kullandığı halde silahını bir solakların koyması gereken yere koyduğu içindi bu ona silah kullanması gerektiği zaman en az yedi saniye kayba yol açardı. 

Vermek isteyene vermezler kullanmasını bilmeyene verirler. Diye mırıldanmaktan kendimi alıkoymadım. 

Telefonumu arka cebimden çıkartım güç tuşuna basıp ekranda yansıyan zaman baktım. Ziyaret saatinin bitmesine üç saat vardı. Buradaki işimi bitirdikten sonra eve dönmem gerekecekti. Yetişirdim muhtemelen ama işimi şansa bırakmamak adına hızlandı adımlarım. 

Kapıda nöbet tutan polis memuruna kafa selamı verip içeri girdim. X-rey cihazının yanına eşyalarımı koyacakken refleks gereği ellim belime gitmişti. Yoktu. Silahım yoktu uyur iken bile ellimde olan silahım yerinde yoktu ve artık hiç olmayacaktı. Amaçsızca yutkunup telefonumu koydum onun yerine. Dudaklarıma somurtama hakkı tanımadım. 

Cihazdan geçtim öttü etrafa baktığım sırada kimsenin umurunda olmadığını fark edince bende pek takmadım. Sonuç olarak burası Zaduma ve bu da Zaduma'da normal bir gün. Telefonumu umursamazca alıp arka cebime koydum. 

Danışma yazan yere ilerledim. Genç bir memur otuyordu. Dudaklarımın kuruluğunu dudaklarımla giderip konuşmaya başladım.

"Pardon ifade vermek için geldim ben," kafasını kaldırıp beni dinledi gözlerin altı çok mordu. Uzun saatlere çalıştığını yorumladım. Genç ve toy oluşundan hakkını yediren yeni mezun olduğunu anlama pek zor değildi. 

"Ne hakkında ifade verecektiniz?" sorusu ile garipsedim. Normalde beni bir odaya yönlendirmesi gerekirdi. Fazla üzerine düşünmeden konuştum geç kalmak istemiyordum.

"Lisan hastanesinde yatan Feyza Güçlü hakkında. Hastane polisi yönlendirdi beni bu karakola." anladım dercesine kafa salladı yüzüne bakmama müsaade etmedi hemen geri indirdi. 

Yanındaki eski tarzdaki telefonu kaldırıp bir tuşa bastı. Amma çok bekletti diye sıkıntıdan ayak salladım. 

"Lisan hastanesi ifade için gelen biri var nere göndereyim." kaşlarımı çattım. "Evet efendim, tamam." Benimle göz teması kurmada yapmış olduğu telefon konuşması iki kaşımın ortasında derin çubuk oluşturdu. Şüpheli görmeyim bir şeyleri diye kendimi zorlansam da şüpheli görmeden edemiyordum. İşinde yeni oluşu diye yorumlamaya çalıştım ama ol.

ADALET SAVAŞIМесто, где живут истории. Откройте их для себя