★Hislerin savaşı★

695 166 120
                                    

"Kalabalık bir yalnızlıktayım,
Sessiz ve hissiz bir duygudayım."

Uyuyamıyorum.
Etraf çok kalabalık ve gürültülü. Tüm gün duyduğum o sesler ve sözler kafamın içinde teker-teker konuşuyor ve bu işkence gibi. Kalabalık bir yalnızlıktayım, sessiz ve hissiz bir duygudayım. Kafamın içi çatlayacak gibi ağrıyor ve bu beni deli ediyor. Etraf çok karanlık, tüm dünyanın ışıkları sönmüş sanki. Etraf çok sessiz herkes ölüp, gitmiş gibi. Peki o zaman kafamın içindeki bu gürültü de neyin nesi? Gözlerimi dikip baktığım tavan sanki etrafımda dönüyordu.

Ve yine başlıyoruz.

Gözlerimden akan  yaşlar yanağımı ıslatıp yastığıma aktı ve tavandaki küçük yıldızların ışığı tamamen söndü. Artık hiçbir şey duyamıyor ve göremiyordum.

Gözlerimin önüne gelen küçük beden tüm dikkatimi oraya yöneltmişti. Yere düşen küçük kız ağlayarak ayağa kalktı. Üstü çamur içindeydi ama buna aldırış etmeden ellerindeki çiziklere ve bacaklarındaki yaralara baktı. Sadece baktı. Çünkü yaralarını saracak ne bir yara bandı, nede acısını geçirecek bir merhem'i vardı. Ağlamıyordu, çünkü bu ilk yere düşüşü değildi. İlk defa yanmıyordu canı. Dizlerinden akan kanlar onu gülümsetmişti. Eskiden onu korkutan kırmızı kan şimdi ona zevk veriyordu. Ve hiç düşünmeden elini kırmızı kana vurup dudaklarına yakınlaştırdı. Kana bulanmış küçük parmağında dilini gezdirdi ve kanın tadına baktı. Bu metalik tat hoşuna gitmemişti. Yüzünü  buruşturdu küçük kız. Bunun tadı hiç de güzel değildi. Peki o zaman insanlar niye kan akıtıyordu? Tam o sırada minik yağmur damlaları kızın elini ıslattı. Avucunu açıp göye tuttu. Yağmur damlaları elinden akarak kollarına süzüldü ve oradan da kıyafetine aktı. Gitgide artan yağmur damlaları minik bedeni ıslatmıştı. Yere düşen okul çantasını eline alarak yürümeye başladı. Yine yalnızdı. Abisi çoktan eve gitmişti.

"Yağmur'u da sevmiyorum." diye söylendi küçük kız.

Adımlarını hızlandırarak koşmaya başladı. O kadar fazla koşmuştu ki, artık tek bir adım atacak mecali kalmamıştı. Ayakkabılarını çıkararak eve girdi. Burası  babaannesinin ve dedesinin eviydi. Annesi ve babası işleri nedeniyle yanlarına gelemiyordu. En çok da babasını özlüyordu minik Tutku. Yağmurdan ıslanmış bedeni ile sıcak sobanın yanına oturdu. Babaannesi koltukta oturmuş televizyon izliyordu. Aslında iyi birisiydi babaannesi, onlara pek karışmazdı. Ama tam da şu anda ona karışması gerekmez miydi? Üzerini değiştirip saçlarını kurulaması ve ona sıcak çay vermesi gerekiyordu, yoksa hastalana bilirdi. Saatlerce bekledi Tutku, belki babaannesi ayağa kalkar ve ona en azından üzerini değiştirmesini söylerdi. Akşam oldu ama babaannesi ona hiçbir şey söylemedi. Sabahtan beri açtı Tutku. Bir kere inat etmişti yemek yemeyecekti. Babaannesinin onunla ilgilenmemesi ona kendini kötü hissettirmişti. Yine gülümsedi küçük kız, çünkü bu onun ilk defa kötü hissedişi değildi. Galiba buna da alışıyordu minik kalbi. Ayağa kalkıp, odaya gidip üzerini değiştirdi ve yatağına girdi. Üşüyordu ama bedeni değil, ruhu üşüyordu.

"Üşüyoruz minik ruhum. Seni ısıtacak sıcak bir kalbe ihtiyacım var, ama maalesef benim kalbim gitgide soğuyor. Özür dilerim. Bunu hak etmemiştin, hepsi benim hatam. Ama bugün sana söz veriyorum, bir daha seni soğukla yüz yüze bırakmayacağım. Kardelen sözü.

Ayağa kalkıp banyoya yöneldi genç kız. Aynadaki görüntüsüne bakıp burukça gülümsedi. Sözünü tutamamıştı. O gece minik ruhuna verdiği sözü tutamamış ve kendi elleriyle ruhunu soğuğa itmişti. Şimdi bu soğukluk kalbini üşütüyordu.

𝕍𝕖𝕣𝕚𝕝𝕞𝕚ş 𝕤ö𝕫𝕝𝕖𝕣Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin