8. Tekrar

228 36 10
                                    

"Ben evlenmek istiyorum."

Yine Hyunjin ve yine gereksiz bir takım sözleri. Seungmin net bir şekilde reddetmesine rağmen Hyunjin hala Chan'ın numarası için dil döküyordu. Bu durum Seungmin'in kötü hissetmesine sebep oluyordu çünkü, güya, korumak için arkadaşını ondan uzak tutuyordu ama kendisi...

"Sus artık hyung. O numarayı alamayacaksın işte."

"Neden ya? Ben her şeyi göze aldım tamam mı? Sadece biraz konuşmak istiyorum onunla."

"Biz çıkıyoruz."

"Ne?"

"Nasıl?"

Seungmin'in söylediği şey üzerine ikiside küçük dilini yuttu. Tabii ki çıkmıyorlardı ama böyle bir durumda söyleyebileceği daha iyi bir yalanı yoktu.

Hyunjin, Seungmin'in koluna sertçe vurdu. "Gerizekalı madem çıkıyorsunuz niye söylemiyorsun? Kaç gündür eniştemin numarasını almak için daralıyorum seni!"

"Ne zamandan beri çıkıyorsunuz hyung? Senelerdir tanışıyoruz ama konuştuğunuzu bile bize söylemedin."

"Yaklaşık bir sene oluyor sanırım. Şey, ailemin yaşadığı yerde tanışmıştık o yüzden pek bahsedesim gelmedi size."

İkiside anladığına dair mırıltılar çıkardı. "Üff niye söylemedin ki? Size geldiğimiz gün kim bilir ne kadar rahatsız olmuştur?"

"Genelde utanç verici şeyler yapıyorsun zaten hyung. Her yaptığın şey için bu kadar düşünme, boş ver."

Sinirlenmiş gibi Jeongin'in saçını karıştırıp güldü. Bu hallerini görmek Seungmin'in içini yumuşatıyordu.

Tüm gün ağrıyan belini ve Chan'ı düşündü. Hala normal iletişim kurmaya devam edip edemeyeceklerini merak ediyor ve yüzüne bakarken utanmamayı umuyordu.

---

Sırtındaki yükü bıraktı. En zor işler de eşya taşımaları olurdu hep. Üstelik en çok çalıştığı ama en az para aldığı iş de buydu. Changbin ve Minho'dan bir türlü haber alamıyordu. Günlerdir onlara ulaşmaya çalışıyor ama denemeleri hep başarısız sonuçlanıyordu. Kesinlikle hayatının en berbat döneminde olabilirdi.

Üstelik bir sorunu yokmuş gibi gözüksede birçok yönden tehlikedeydi ama Seungmin'i endişelendirmek istemiyordu. Ayrıca ona karşı hissettiği şeyler onu gittikçe daha fazla korkutmaya başlamıştı.

Mola verildiği zaman herkesten uzak bir köşeye geçti ve nefes nefese yere oturdu. Gözlerinin dolduğunu ve yanağından bir damla yaşın süzüldüğünü hissetti.

Özür dilerim anne, seni üzmemeliydim. Böyle doğduğum için kendimden nefret ediyorum. O iğrenç hayata layık olduğum için kendimden nefret ediyorum. Keşke... Son bir kez sana sarılabilseydim. Benden nefret ettiğini haykırmana rağmen, zorla da olsa sana sıkı sıkı sarılsaydım keşke.

Tekrar, tekrar ve tekrar... Sürekli aklında saçma sapan şeyler dönüp duruyor, saatleri ona zehir ediyordu. Ama böylesine ağır işlerde çalışmanın rahatlatıcı bir tarafı vardı onun için. Düşüncelerinden bir süre uzaklaşmasını sağlıyordu.

Saatlerdir taşıdığı ağırlık yüzünden sırtı feci derecede ağrıyordu. Bu sefer diğer günlerden farklı olarak eve gitmek istiyordu hatta can atıyordu ama içinde ayaklarını ileri atmasını engelleyen bir şeyler vardı. Bir şey onu geri itiyordu. Kokuyordu ama nedenini bilmiyordu. Belki de ayrılacaklarını bildiği için kendini fazla kaptırmamaya çalışıyordu.

Saçma.

Telefonu titredi, ekrana baktığındaysa gözünden tekrar bir damla yaş aktı. Uzun süredir bu aramayı bekliyordu.

"Neler oluyor Minho? Neden aramalarıma cevap vermediniz?"

"Burası biraz karışıktı hyung, o yüzden iletişime geçmek istemedik seninle."

Bir şey oldu.

"Neler oldu anlat."

"Biz kaçmakta biraz başarısız olduk. Hastanedeyiz şuan. Dayak yedik gibi oldu biraz."

" 'Gibi oldu' ne demek Minho? Neredesiniz? En kısa zamanda geleceğim."

"Hayır hayır gelmene gerek yok. Hepsi aptal Changbin'in suçu. Neyse, bir süre daha iletişim kurmayacağız hyung, bunu söylemek için aradım. Bu arada teşekkürler, sen üstüne düşeni halletmişsin ama biz halledemedik o yüzden...
Sen de kendine dikkat et hyung ve şuan neredeysen bir an önce ayrıl oradan. Bizi boşuna arama sağ salim ayrılıp götümüzü kurtardığımızda ikimiz de sana haber vereceğiz. Hoşçakal hyung!"

Sona doğru acelesi varmış hızlı hızlı konuşup bir anda kapatmıştı telefonu. Chan küfür ederek yürüyordu. Hem arkadaşlarının başı dertteydi, hem zor kurtardığı götü tehlikedeydi hem de buradan gitmesi gerekiyordu ama nereye? Ayrıca Seungmin'den ayrılmak istemiyordu. Yavaş yavaş rahat hissetmeye başlamıştı. Uzun süredir ilk defa doğru düzgün uyku çekebilmişti onun yanında yatarken. Şimdi ondan uzaklaşma düşüncesi tüm duygularını alt üst ediyordu.

Yavaş yavaş yürüyerek eve vardı ve kapıyı açtığı an Seungmin'in bir şeyler hazırladığını gördü. Yavaşça kapıyı kapadı ona doğru gitmeye başladı.

"Hoşgeldin. Uzun süredir doğru düzgün bir şey yemediğimiz için yemek yapmaya çalışıyorum ama çok zor. Sen bir şeyler yapabilir misin?"

Yanı başındaki Chan'a döndüğünde neredeyse ağlayacak durumda olduğunu gördü. O, karşısındakinin yüzüne bakarken Chan onun gibi durmadı. Kollarını Seungmin'e sardı ve sıkı sıkı sarıldı.

Diğerinin ise eli ayağına dolaşmıştı. Kollarını yavaşça Chan'ın beline dolayarak karşılık verdi.

"Ne oldu?" sessizce sordu haddine olmayarak. Sadece cevap vermesini umuyordu.

"Gitmem gerek."

Seungmin donduğunu hissetti. Tekrar bu evde bir başına mı kalacaktı? Yalnız. Gece eve gelmediği için merak ettiği biri de olmayacaktı artık.
Kollarını sıkılaştırdı.

"Peki. Nereye gideceksin?"

"Bilmem. Şuan sadece gitmem gerektiğini biliyorum."

"Eğer işim düşerse seni ararım."
Seungmin'in dediği şey üstüne ikisi de kendini tutamayarak güldü ama sarılmayı bırakmadılar.

"Teşekkür ederim. Başka kimse bu kadar iyi davranmazdı. Her şey için minnettarım Seungmin."

Bu duygusallık fazla geldiği için Chan'ı ittirdi ve konuşmaya başladı.

"Ne teşekkürü ya, hiç önemli değil," konuşurken elimin titrediğini gizlemeye çalışıyordu.
"Akşam yemeği yiyene kadar kalır mısın? Çünkü yemek yapman gerekiyor."

Chan gülümseyerek cevapladı. "Tabii, ne yemek istersin?"

Lawliet / ChanMinWhere stories live. Discover now